Ana Sayfa Blog Sayfa 17

Güllü’nün Oğlu Tuğberk’in Olay Gecesi Nerede Olduğu Belli Oldu!

0

Ünlü sanatçı Güllü, 26 Eylül 2025 gecesi Yalova’nın Çınarcık ilçesindeki evinde balkondan düşerek hayatını kaybetmişti ve gündeme bomba gibi düşmüştü. 6. kattan düşerek hayatını kaybeden Güllü’nün ölüm nedeni hâlâ tartışılırken, en çok merak edilen konulardan biri de oğlu Tuğberk Yağız Gülter’in olay gecesi nerede olduğu olmuştu.

Oğlu Tuğberk’in Açıklamaları Şüphe Uyandırmıştı

Güllü’nün vefatı sonrası Tuğberk Yağız Gülter, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada annesinin ölümünü “elim bir kaza” olarak nitelendirmiş ve intihar iddialarını kesin bir dille reddetmişti. Ancak cenazede annesinin tabutu başında gözyaşlarıyla özür dilemesi, kamuoyunda çeşitli soruları da beraberinde getirmişti. Bir görgü tanığının katıldığı programda Güllü ile çocuklarının arasının iyi olmadığını iddia etmesi ise söylentileri daha da alevlendirmişti.

“İstanbul’da Değildi” İddiaları
“İstanbul’da Değildi” İddiaları

Güllü Öldüğünde Oğlu “İstanbul’da Değildi” İddiaları

Olayın ardından sosyal medyada dolaşan bir başka söylenti, Tuğberk’in İstanbul’da olmadığı yönündeydi. Bu iddia, ünlü şarkıcının ölümüyle ilgili gizemli bir hava yaratmış ve kamuoyunda farklı ihtimallerin konuşulmasına neden olmuştu. Hatta annesinin ölüm haberini elinde bir kağıttan okuyarak duyurması bile, genç ismin olayla ilgili tavırlarının sorgulanmasına yol açmıştı.

Tüm bu iddialara noktayı Beyaz Magazin programında ortaya çıkan yeni bilgiler koydu. Programda paylaşılan detaylara göre Tuğberk Yağız Gülter’in olay gecesi İstanbul’da olduğu doğrulandı. Bu bilgiyle birlikte Güllü’nün ölümüne dair oğlu hakkındaki şüpheler büyük ölçüde ortadan kalktı.

Hâlâ Yanıt Bekleyen Sorular Var
Hâlâ Yanıt Bekleyen Sorular Var

Hâlâ Yanıt Bekleyen Sorular Var

Her ne kadar Tuğberk’in o geceki konumu netlik kazansa da, ünlü sanatçının ölümünün intihar mı yoksa talihsiz bir kaza mı olduğu konusundaki belirsizlik hâlâ devam ediyor. Sevenleri ise Güllü’nün ani kaybının acısını yaşarken, olayın tüm yönleriyle aydınlatılmasını bekliyor.

Sonuç olarak, Güllü’nün ölümüyle ilgili soru işaretleri hâlâ bitmiş değil. Ancak en azından Tuğberk Yağız Gülter’in o gece nerede olduğuna dair gizem çözülmüş oldu. Şimdi gözler, bu trajik olayın resmi soruşturmalarla tamamen açıklığa kavuşmasında.

Ahu Yağtu, Sağlık Durumuyla İlgili Yeni Bir Açıklama Yaptı

0

Ünlü oyuncu Ahu Yağtu, geçtiğimiz hafta yaşadığı sağlık problemi nedeniyle sevenlerini korkutmuştu. Sokakta fenalaşarak hastaneye kaldırılan oyuncuya yapılan tetkikler sonucunda beyin anevrizması teşhisi konmuştu. Güzel oyuncu, yaşadığı zor sürecin ardından sosyal medya hesabından sağlık durumu hakkında yeni bir paylaşım yaptı.

Ahu Yağtu: “Hızla Toparlanıyorum”

İlk açıklamasında yoğun ilgi ve destek mesajlarına teşekkür eden Yağtu, bu kez de moral veren bir mesajla sevenlerinin yüreğine su serpti. “Hızla toparlanıyorum, foto isteyenlere gelsin” sözleriyle hastane sürecinden bir kare paylaşan oyuncu, yüzündeki pozitif ifadeyle dikkat çekti. Ünlü oyuncunun bu paylaşımı kısa sürede binlerce beğeni alırken, hayranlarından da “Geçmiş olsun” mesajları yağdı.

İlk Açıklamasıyla Rahatlatmıştı
İlk Açıklamasıyla Rahatlatmıştı

İlk Açıklamasıyla Rahatlatmıştı

Ahu Yağtu, tedavi sürecinin başında yaptığı açıklamada şunları dile getirmişti:
“Şiddetli baş ağrılarım olsa da iyiyim, daha iyi olacağım inşallah. Bu dönemde dualarını esirgemeyen, arayan, soran, yazan herkese teşekkür ederim. Varlığınız bana güç verdi, eksik olmayın.” Bu sözleriyle sevenlerine moral veren oyuncu, güçlü duruşuyla takdir toplamıştı.

Menajerlik Ajansı Süreci Duyurmuştu

Yağtu’nun sağlık durumuyla ilgili ilk bilgi, menajerlik ajansı tarafından paylaşılmıştı. Açıklamada, başarılı oyuncunun sokakta baygınlık geçirerek hastaneye kaldırıldığı ve yapılan tetkiklerde beyin anevrizması teşhisi konulduğu duyurulmuştu. Yaşanan bu gelişme üzerine sosyal medyada ünlü oyuncu için destek mesajları paylaşılmış, birçok meslektaşı da yanında olduklarını dile getirmişti.

Ahu Yağtu’ya Sevenlerinden Büyük Destek
Ahu Yağtu’ya Sevenlerinden Büyük Destek

Ahu Yağtu’ya Sevenlerinden Büyük Destek

Zarifliği, doğal güzelliği ve başarılı oyunculuğuyla ekranların sevilen yüzü olan Ahu Yağtu’nun hastane süreci hayranlarını derinden üzse de, toparlanıyor olması herkesi sevindirdi. Oyuncunun paylaştığı son fotoğrafın altına binlerce kişi, “Çok geçmiş olsun, seni güçlü görmek güzel” yorumunu yaptı.

Evden eve taşımacılıkta artan talepler: İzmir’de nakliyat sektörünün yeni yüzü

0

Türkiye’de şehirleşme ve hareketlilik arttıkça, evden eve eşya taşımacılığı da büyüyen bir sektör haline geldi. İzmir’de talep özellikle Buca gibi yoğun nüfuslu ilçelerde yükselirken, güvenilir ve profesyonel hizmet arayışı dikkat çekiyor.

Evden Eve Taşımacılığa Artan İhtiyaç

Son yıllarda Türkiye’nin büyük şehirlerinde konut hareketliliği artmış durumda. Taşınma oranları yalnızca kira artışları veya iş değişikliklerinden değil; aynı zamanda öğrencilerin eğitim için farklı ilçelere yönelmesinden, yeni konut projelerinin hızlanmasından ve deprem güvenliği arayışından kaynaklanıyor. Bu süreçte, evden eve taşımacılık sektörü hem bireyler hem de firmalar için kritik bir hizmet sunuyor.

İzmir’de Taşımacılığın Dinamikleri

Ege’nin en büyük kenti İzmir, nüfus yoğunluğu ve göç alan yapısıyla taşımacılık sektöründe öne çıkıyor. Özellikle kent merkezindeki dar sokaklar, apartmanların yüksek katlı olması ve otopark sıkıntıları, taşımacılığı teknik açıdan daha zor hale getiriyor.

Vatandaşların çevrim içi aramalarında İzmir evden eve nakliyat ifadesinin sıkça öne çıkması, kentte güvenilir nakliye hizmetlerine olan yoğun talebi gösteriyor. Nakliye şirketleri ise asansörlü taşımacılık, sigortalı hizmet ve profesyonel paketleme yöntemleriyle bu taleplere cevap veriyor.

Buca’da Yoğun Talep

İzmir’in en kalabalık ilçelerinden Buca, öğrenci nüfusunun fazlalığı ve apartman yoğunluğu nedeniyle taşımacılık sektörünün en hareketli bölgelerinden biri. Üniversitelerden mezun olan öğrencilerin taşınma süreçleri, ailelerin farklı semtlere geçişi ve konut kiralamalarının sık olması, Buca’da nakliye şirketlerine talebi artırıyor.

Bölgedeki yoğun talep, Buca evden eve nakliyat aramalarını dijital platformlarda öne çıkarıyor. Firmalar, bu bölgede özellikle ekonomik fiyat politikaları ve hızlı taşımacılık çözümleriyle öne çıkmaya çalışıyor.

 

Profesyonel Hizmetin Önemi

Evden eve taşımacılıkta en sık yaşanan sorunlar; eşyaların zarar görmesi, zamanında taşınmama ve yüksek fiyatlarla karşılaşılması. Bu nedenle profesyonel ekiplerin sunduğu şu hizmetler tercih sebebi oluyor:

  • Sigortalı taşımacılık: Eşyaların güvence altına alınması.
  • Asansörlü sistemler: Yüksek katlarda daha güvenli taşıma.
  • Paketleme ve montaj hizmetleri: Eşyaların zarar görmeden taşınmasını sağlıyor.
  • Şeffaf fiyatlandırma: Müşterilerin en çok önem verdiği noktalardan biri.

 

Öğrenci ve Aileler İçin Çözümler

İzmir’deki taşınma hareketliliğinin önemli bir kısmını öğrenciler oluşturuyor. Öğrenciler genellikle küçük dairelerde oturdukları için az eşya ile taşınıyorlar; ancak sık taşındıkları için uygun fiyatlı hizmetlere yöneliyorlar.

Aileler ise daha çok güvenlik ve profesyonellik beklentisiyle firmalara başvuruyor. Bu iki farklı müşteri profili, firmaların hizmet politikalarını çeşitlendirmesine yol açıyor.

 

Nakliyatın Ekonomik Boyutu

Evden eve nakliyat sektörü, kent ekonomisinde de ciddi bir paya sahip. Küçük ölçekli işletmelerden büyük şirketlere kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren firmalar, hem istihdam yaratıyor hem de taşımacılıkla bağlantılı yan sektörleri (ambalaj malzemeleri, depolama hizmetleri, lojistik destek) besliyor.

Ancak sektörde kayıt dışı faaliyet gösteren işletmelerin varlığı, tüketiciler için risk oluşturuyor. Bu nedenle vatandaşların hizmet almadan önce firma hakkında araştırma yapması ve sözleşmeli hizmet alması öneriliyor.

 

Gelecek Perspektifi

Uzmanlara göre, İzmir’de taşımacılık sektörünün geleceğini üç unsur şekillendirecek:

  1. Dijitalleşme: Online rezervasyon ve müşteri değerlendirme sistemleri daha yaygın hale gelecek.
  2. Asansörlü taşımacılık: Yüksek katlı yeni binaların artışıyla standart bir hizmet haline gelecek.
  3. Depolama hizmetleri: Uzun vadeli eşya saklama çözümlerine talep yükselecek.

Evden eve taşımacılık, İzmir’de ve özellikle Buca’da günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. Artan nüfus, öğrenci yoğunluğu ve konut hareketliliği sektöre olan talebi canlı tutuyor.

Vatandaşların güvenilir, sigortalı ve profesyonel hizmet arayışı, sektörün geleceğini şekillendiriyor. İzmir’deki firmaların, müşteri memnuniyetini ön planda tutan çözümler geliştirmesi, hem kent ekonomisine katkı sağlayacak hem de taşınma süreçlerini daha kolay ve güvenli hale getirecek.

Araç bakımında yükselen trend: Yetkili servis fiyatlarına karşı usta ellerin cazibesi

0

Yedek parça ve işçilik maliyetlerindeki artış, araç sahiplerini alternatif çözümler aramaya yöneltiyor. Özellikle lüks otomobil kullanıcıları, yüksek fiyatlar nedeniyle güvenilir ustaları tercih etmeye başlarken, bağımsız servisler daha fazla rağbet görüyor.

Yetkili Servislerde Yükselen Fiyatlar

Son yıllarda döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve enflasyon, otomotiv sektöründe yedek parça ve işçilik ücretlerini doğrudan etkiledi. Yetkili servislerin bakım ve onarım fiyatları, birçok araç sahibi için bütçeyi zorlayıcı hale geldi. Özellikle periyodik bakım, fren sistemi değişimi ve elektronik arızaların giderilmesi gibi standart işlemler, yetkili servislerde oldukça yüksek tutarlara mal oluyor.

Uzmanlara göre, yüksek fiyatların temel sebebi yalnızca döviz kaynaklı maliyetler değil; aynı zamanda servislerin işletme giderleri ve marka politikaları da etkili. Bu durum, tüketicileri alternatif çözümlere yönlendiriyor.

 

Ustalara Yönelişte Artış

Türkiye’nin birçok kentinde olduğu gibi İzmir’de de araç sahipleri, işinde uzman bağımsız ustaları daha fazla tercih etmeye başladı. Deneyimli ustaların sunduğu uygun maliyetli çözümler ve birebir ilgi, sürücüler açısından önemli avantajlar sağlıyor.

Özellikle lüks segment araç sahiplerinin, garanti süresi sona erdikten sonra yetkili servis yerine güvenilir özel servisleri tercih ettiği belirtiliyor. Bu eğilim, motor ve mekanik bakımın yanı sıra elektronik donanım onarımlarında da gözlemleniyor.

İzmir’de Bağımsız Servis Kültürü

İzmir, sanayi siteleri ve otomotiv atölyeleri açısından oldukça gelişmiş bir şehir. Kentte faaliyet gösteren bağımsız servisler, hem ekonomik hem de kaliteli hizmetleriyle öne çıkıyor. Araç sahiplerinin çevrim içi aramalarında İzmir mercedes servis ifadesinin öne çıkması, özellikle premium segment araç kullanıcılarının güvenilir alternatifler aradığını gösteriyor.

Mercedes başta olmak üzere lüks araç kullanıcıları, bağımsız servislerde hem orijinal hem de eşdeğer yedek parçalarla daha uygun fiyatlı çözümler bulabiliyor. Ayrıca ustaların uzun yıllara dayanan deneyimleri, kullanıcıların güvenini artırıyor.

Avantajlar ve Dezavantajlar

Bağımsız servislerin tercih edilmesinde birçok avantaj bulunuyor:

  • Daha düşük maliyetler: Yedek parça ve işçilik fiyatları yetkili servislere kıyasla daha uygun.
  • Bireysel ilgi: Araç sahipleri ustalarla doğrudan iletişim kurabiliyor.
  • Esnek çözümler: Orijinal ve muadil yedek parça seçenekleri sunulabiliyor.

Bununla birlikte, denetimsiz ve kayıt dışı işletmelerin de varlığı, araç sahipleri için risk oluşturabiliyor. Garanti kapsamı dışında kalma, kullanılan parçaların kalitesi ve işçilik hataları en sık dile getirilen dezavantajlar arasında yer alıyor.

 

Tüketiciler İçin Öneriler

Hukukçular ve tüketici dernekleri, araç sahiplerinin mağduriyet yaşamaması için şu tavsiyelerde bulunuyor:

  1. Fatura ve garanti belgesi alınmalı: Yapılan işlemler mutlaka belgelendirilmeli.
  2. Parça seçimine dikkat edilmeli: Muadil parça tercih edilse bile kalite sertifikası sorgulanmalı.
  3. Sözleşme yapılmalı: Özellikle büyük onarımlarda, fiyat ve işçilik detayları yazılı hale getirilmeli.
  4. Referans araştırması yapılmalı: Servis seçiminde müşteri yorumları ve çevreden alınan tavsiyeler önemli.

 

Geleceğe Bakış

Uzmanlara göre, otomotiv sektöründeki fiyat baskısı sürdükçe bağımsız servislerin cazibesi artmaya devam edecek. Ancak bu alanda düzenlemelerin güçlendirilmesi, hem araç sahiplerinin güvenliği hem de sektördeki kalite standartlarının korunması için kritik önem taşıyor.

Elektrikli araçların yaygınlaşması da yeni bir dönemin habercisi. Elektrik ve batarya sistemleri üzerine uzmanlaşmış ustalara olan ihtiyaç artarken, bağımsız servislerin de bu alana yatırım yapmaya başladığı gözleniyor.

 

Türkiye’de ve özellikle İzmir’de araç sahipleri, yetkili servislerin yüksek fiyatları nedeniyle işinde uzman bağımsız ustalara yönelmeyi tercih ediyor. Bu eğilim, hem maliyet avantajı hem de kişisel ilgi beklentisiyle birleşiyor. Ancak denetimsiz işletmelerin yaratabileceği riskler, doğru servis seçimini daha da önemli hale getiriyor.

İzmir’de otomobil sahiplerinin güvenilir adresleri arasında özel servislerin ön plana çıkması, otomotiv sektöründeki dönüşümün somut bir göstergesi. Özellikle Mercedes gibi premium araç kullanıcıları için İzmir mercedes servis arayışının yoğunlaşması, bu eğilimin kalıcı hale geldiğini kanıtlıyor.

Bülent Ersoy’dan Şaşırtan İtiraf: “Aşk İstiyorum, Param Çok!”

0

Türk müziğinin tartışmasız divası Bülent Ersoy, yine çok konuşulacak sözlerle gündemde. Sahip olduğu muazzam serveti ve dillere destan hayat tarzıyla sık sık magazin manşetlerini süsleyen Ersoy, bu kez konserinde yaptığı açıklamalarla izleyenleri kahkahaya boğdu.

Bülent Ersoy, Servetini Bırakacağı Kişiyi Arıyor

Konserde sahneden seslenen usta sanatçı, “Aşk istiyorum, param çok. Harcayacak yer arıyorum ama aç köpek mi olsun?” sözleriyle hem seyircileri güldürdü hem de sosyal medyada gündem oldu. Diva, mal varlığını bırakacağı kişide tek bir şart aradığını da açıkça dile getirdi: Yakışıklılık!

Ersoy, “Yakışıklı olursa olur. Bu kadar parayı kime bırakacağım?” diyerek hem aşk isteğini hem de miras konusundaki tercihlerini magazin tarihine geçecek bir dille açıkladı.

Diva’nın Dudak Uçuklatan Mal Varlığı
Diva’nın Dudak Uçuklatan Mal Varlığı

Diva’nın Dudak Uçuklatan Mal Varlığı

Bülent Ersoy hakkında, yalnızca kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bile mal varlığı görenleri hayrete düşürüyor. Sahne kariyerinden kazandığını akıllıca yatırımlara dönüştüren Ersoy, Türkiye’nin en zengin sanatçılarından biri olarak biliniyor. İşte divanın bilinen servetinden bazı örnekler:

  • İstanbul’da 28 daire ve 4 ultra lüks villa
  • Muğla Bodrum, Antalya ve Marmaris’te villalar
  • İstanbul Fenerbahçe’de özel bir sauna
  • Antalya Fethiye’de benzin istasyonu
  • 30 metrelik lüks yat
  • Kiraya verdiği vinç ve dozerler
Bülent Ersoy’un Açıklamaları Sosyal Medyada Gündem Oldu
Bülent Ersoy’un Açıklamaları Sosyal Medyada Gündem Oldu

Bülent Ersoy’un Açıklamaları Sosyal Medyada Gündem Oldu

Ersoy’un “yakışıklı mirasçı” açıklaması kısa sürede sosyal medyada viral oldu. Kullanıcılar “Diva’nın ilanına başvuru formu nerede?”, “Yakışıklılar sıraya girsin” gibi esprili yorumlar yaparken, kimileri de sanatçının dobra tavrına hayran kaldı.

Kariyerinde sayısız başarıya imza atan Bülent Ersoy, özel hayatıyla da magazin basınının gözdesi olmaya devam ediyor. Aşkı ve parayı aynı cümlede bu kadar açık dile getirmesi ise onun cesur karakterini bir kez daha gözler önüne serdi. Görünen o ki Diva, sözleriyle daha uzun süre magazin gündeminden düşmeyecek.

Türkiye’de boşanma dosyaları artıyor: Toplumsal dinamikler, hukuki süreçler ve uzman desteği

0

TÜİK’in son verileri, boşanma oranlarında artışa işaret ediyor. Ekonomik koşullar, aile içi iletişim sorunları ve toplumsal beklentiler, boşanma davalarının seyrini belirliyor. Uzmanlar, hem hukuki hem de psikososyal desteğin önemini vurguluyor.

 

Boşanma Oranlarındaki Güncel Tablo

Türkiye’de evlilik ve boşanma istatistikleri, aile yapısının değişimini yansıtıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2024 verilerine göre kesinleşen boşanma sayısı 187 bini geçti. Bu rakam, her 1000 evlilikten yaklaşık 25’inin boşanma ile sonuçlandığını gösteriyor. Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehirlerde bu oran ülke ortalamasının üzerinde seyrediyor.

Sosyologlara göre, kentleşme, bireyselleşme eğilimi, kadınların iş gücüne katılımı ve ekonomik baskılar boşanma kararlarında etkili faktörler. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan çiftler, barınma maliyetleri, iş stresi ve çocuk bakımı gibi başlıklarda daha fazla yük altında olduklarını dile getiriyor.

 

Boşanmanın Toplumsal Nedenleri

  1. Ekonomik Zorluklar: Enflasyon ve işsizlik oranlarının artışı, ev içi huzursuzluklara yol açıyor.
  2. İletişim Sorunları: Uzmanlara göre çiftlerin en sık yaşadığı problem sağlıklı iletişim kuramamak.
  3. Aile Baskısı: Geniş ailelerin müdahaleleri, özellikle genç çiftlerde çatışmalara neden olabiliyor.
  4. Şiddet ve Güven Sorunları: Fiziksel veya psikolojik şiddet, boşanma dosyalarının en kritik gerekçelerinden biri.
  5. Sadakat ve Güven: Aldatma ve güven kaybı, mahkemelere taşınan dosyaların önemli bir kısmını oluşturuyor.

 

Hukuki Boyut: Çekişmeli ve Anlaşmalı Boşanmalar

Boşanma davaları genellikle anlaşmalı ve çekişmeli olarak ikiye ayrılıyor.

  • Anlaşmalı boşanma: Tarafların velayet, mal paylaşımı ve nafaka gibi konularda mutabakata varmasıyla süreç hızlı sonuçlanıyor.
  • Çekişmeli boşanma: Çiftlerin temel konularda uzlaşamaması nedeniyle dava yıllarca sürebiliyor.

Uzmanlar, çekişmeli dosyalarda tarafların yıpranmasını azaltmak için arabuluculuk ve uzlaşma yöntemlerinin daha fazla teşvik edilmesi gerektiğini vurguluyor.

 

Çocuk Velayeti ve Nafaka Düzenlemeleri

Boşanma süreçlerinin en hassas konularından biri çocuk velayeti. Mahkemeler, çocuğun üstün yararı ilkesine dayanarak karar veriyor. Son yıllarda ortak velayet talepleri de artmaya başladı.

Nafaka tartışmaları ise kamuoyunda sürekli gündemde. Yoksulluk nafakasının süresi, miktarı ve güncellenme koşulları zaman zaman tartışmalara yol açıyor. Aile hukukçuları, nafaka düzenlemelerinin hem tarafların adil şekilde korunması hem de sosyal denge açısından önem taşıdığını belirtiyor.

 

Boşanmanın Psikolojik Etkileri

Psikologlar, boşanmayı yalnızca hukuki değil, aynı zamanda psikososyal bir süreç olarak değerlendiriyor.

  • Ebeveynler için: Ayrılık, stres, kaygı ve özgüven sorunlarına neden olabiliyor.
  • Çocuklar için: Velayet sürecinde ebeveynler arası çatışmaya maruz kalmak, akademik başarı ve sosyal uyum üzerinde olumsuz etkilere yol açabiliyor.

Bu nedenle aile danışmanlığı, psikolojik destek ve pedagojik danışmanlık hizmetleri boşanma sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak görülüyor.

 

Ankara Örneği: Büyükşehirlerde Boşanma Dinamikleri

Ankara’da boşanma oranları, Türkiye ortalamasının üzerinde seyrediyor. Başkentte özellikle kamu çalışanları, üniversite personeli ve öğrenci nüfusunun yoğunluğu, boşanma davalarının çeşitliliğini artırıyor.

Hukuk çevreleri, Ankara avukat verilerine göre; görülen dosyalarda mal paylaşımı ve çocuk velayeti konularının sıkça gündeme geldiğini, ayrıca yüksek sayıda çekişmeli dava dosyasının mahkemeleri meşgul ettiğini belirtiyor. Vatandaşların bilgi arayışında çevrim içi platformlarda Ankara boşanma avukatı aramalarının artması da bu eğilimin dijital yansıması.

 

Uluslararası Karşılaştırmalar

Avrupa ülkelerinde boşanma oranları Türkiye’ye kıyasla daha yüksek. Almanya, Fransa ve İskandinav ülkelerinde her iki evlilikten biri boşanma ile sonuçlanabiliyor. Ancak bu ülkelerde sosyal devlet mekanizmaları, boşanma sonrası ekonomik ve psikolojik destek süreçlerini daha sistematik hale getiriyor.

Türkiye’de ise boşanma sonrası özellikle kadınların ve çocukların ekonomik olarak korunması gerektiği sıkça dile getiriliyor. Kadın istihdamının düşük olduğu bölgelerde, boşanmanın yarattığı maddi zorluklar daha ağır hissediliyor.

 

Medyanın Boşanma Olgusu Üzerindeki Etkisi

Televizyon dizileri, sosyal medya içerikleri ve haberler, toplumun boşanma algısını da şekillendiriyor. Medyada yer alan ünlü boşanmaları, vatandaşların kendi karar süreçlerini doğrudan etkileyebiliyor. Uzmanlar, medyanın bu konuda sorumlu dil kullanması gerektiğini vurguluyor.

 

Boşanma ve Arabuluculuk Uygulamaları

Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2023’ten itibaren aile hukukunda arabuluculuk uygulamaları gündemde daha fazla yer buldu. Özellikle mal paylaşımı ve nafaka gibi ekonomik boyutlu konularda arabuluculuk, mahkemelerin iş yükünü azaltıyor.

Arabuluculuk sürecinde tarafların daha kısa sürede çözüme ulaşması, boşanmanın yıpratıcı etkilerini hafifletiyor. Bu nedenle hukukçular, aile arabuluculuğunun yaygınlaştırılmasını destekliyor.

 

Toplumda Boşanma Sonrası Hayat

Boşanma sonrası hayat, bireyler için yeni bir başlangıç anlamına geliyor. Ancak ekonomik bağımsızlık, çocukların bakımı ve toplumsal bakış gibi faktörler bu süreci zorlaştırabiliyor. Sosyologlar, boşanma sonrası yeniden evliliklerin Türkiye’de özellikle erkekler arasında daha yaygın olduğunu belirtiyor. Kadınlar ise ekonomik bağımsızlık kazandıkça kendi hayatlarını kurmayı daha fazla tercih ediyor.

 

Akademik Çalışmalar ve İleriye Dönük Tahminler

Üniversitelerde yapılan aile sosyolojisi araştırmaları, önümüzdeki yıllarda boşanma oranlarının sabit kalmakla birlikte, boşanma nedenlerinin çeşitleneceğini öngörüyor. Teknolojik gelişmeler, sosyal medya ilişkileri ve dijital iletişim sorunları yeni boşanma gerekçeleri olarak öne çıkabilir.

Hukukçular ise aile hukukunda daha fazla uzmanlaşmanın, boşanma davalarının daha sağlıklı yönetilmesine katkı sağlayacağını ifade ediyor.

Türkiye’de boşanma, artık yalnızca bir istatistik değil; toplumsal, ekonomik ve kültürel bir olgu. Boşanma oranlarındaki artış, hukuki süreçlerde uzman desteğini ve psikososyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesini zorunlu kılıyor. Ankara ve diğer büyükşehirlerde yaşanan dinamikler, boşanmanın gündelik hayatın önemli bir parçası haline geldiğini gösteriyor.

Gelecekte, toplumun bu olguyu daha sağlıklı karşılayabilmesi için hukuk, psikoloji ve sosyal politikaların ortak zeminde buluşması bekleniyor. Boşanmanın yıpratıcı etkilerini azaltmanın yolu, hem hukuki temsilin hem de toplumsal desteğin birlikte kurgulanmasından geçiyor.

Türkiye’nin mimari panoraması: Deprem dayanımı, iklim ve kamusal alan odağında dünyayla karşılaştırma

0

Son beş yılda hızlanan kentsel dönüşüm ve iklim uyum projeleri, Türkiye’de mimari pratikleri yeniden tanımlıyor. Uzmanlar; deprem güvenliği, iklime duyarlı tasarım ve kamusal alan kalitesinin çıtasını yükselten uygulamaların, Avrupa ve Asya’daki örneklerle benzerlik ve ayrışma alanlarına işaret ettiğini söylüyor.

Türkiye’de mimarlık gündemi, son yıllarda üç eksende yoğunlaşıyor: sismik dayanım, iklimle uyum ve kent yaşamının çekirdeği olan kamusal alanın niteliği. Bu eksenler, hem yeni yapı üretimini hem de var olan stokun yenilenmesini yönlendiriyor. Şehir plancıları, “Türkiye’nin coğrafi, kültürel ve ekonomik çeşitliliği, tek tip çözüm yerine bağlama duyarlı yaklaşımları zorunlu kılıyor” değerlendirmesini paylaşıyor. Dünyadaki örneklerle kıyaslandığında, yerel pratikler hız ve esneklik avantajına sahip; ancak uzun ömür, karbon ayak izi ve kamusal katılım süreçlerinde hâlâ alınacak mesafe olduğu vurgulanıyor.

Malzeme ve taşıyıcı sistem tercihleri: Betonarme ağırlığına karşı yükselen hibrit arayışlar

Cumhuriyet dönemi sonrası yaygınlaşan betonarme, Türkiye’de konut ve orta ölçekli kamusal yapılarda hâlâ ana akım. Çelik ve ahşap (özellikle çapraz lamine masif ahşap) çözümler, son yıllarda belirgin bir yükseliş gösterse de pazar payı Avrupa’nın bazı ülkelerindeki kadar yüksek değil. Avrupa’da ahşap gökdelenler ve hibrit sistemli kamu yapıları, karbon depolama ve hızlı montaj kabiliyeti nedeniyle dikkat çekerken; Türkiye’de bu alan, tedarik zinciri ve mevzuat adaptasyonu gibi başlıklarda kademeli ilerliyor. Asya metropollerinde görülen ileri kompozit sistemler ve sönümleyicili yüksek katlı yapılar, Türkiye’de özellikle sağlık ve altyapı projelerinde izole temeller ve sismik cihazlarla karşılığını buluyor.

Deprem güvenliği: Performans esaslı tasarım yaygınlaşıyor

1990’lardan bu yana deprem yönetmeliklerinin evrimi, yeni projelerde performans esaslı hesap ve detayın standarda yaklaşmasını sağladı. Hastaneler, veri merkezleri ve kritik altyapılarda taban izolasyonu ve gelişmiş enerji sönümleyici cihazlar, uluslararası örneklerle paralel ilerliyor. Japonya ve Şili’deki disiplinin ölçek ekonomisiyle birleştiği projeler, bakım ve izleme kültürünün önemini gösterirken; yerel uzmanlar Türkiye’de de izleme sensörlerinin ve düzenli performans denetiminin yaygınlaşmasının “yapıldı-bitti” anlayışını “yaşam döngüsü yönetimi”ne çevirdiğini belirtiyor. Özetle, hesap doğru kadar bakım da belirleyici.

Kentsel dönüşüm ve Avrupa’daki “yenile–yerinde–yaşa” yaklaşımı

Türkiye’de kentsel dönüşüm, ağırlıkla deprem riskine odaklı bir güvenlik programı olarak okunuyor. Bu çerçevede ada/parsel bazlı yenileme, yoğunluk ve sosyal donatı dengesini tartışmaya açıyor. Avrupa’da ise enerji verimliliği odaklı “derin yenileme” (derin retrofit) ve yerinde iyileştirme, mahalle ölçeğinde dönüşümle birleşiyor: cephe iyileştirmeleri, ısıtma–soğutma sistemlerinin yenilenmesi ve kamusal alan dokunuşları aynı pakette ele alınıyor. Türkiye’de belediyelerin son dönemde oyun alanı, gölgelik, su geçirgen yüzey ve mikro iklim konforunu birlikte düşünmesi, bu yaklaşımın yerel versiyonuna işaret ediyor. Fiyat erişilebilirliği ve kiracı–malik denklemi, her iki bağlamda da projelerin sosyal sürdürülebilirliğini belirleyen ana unsur.

Kamusal yapı tipolojileri: Müze, kütüphane ve çok amaçlı merkezler

Müze, kütüphane ve kültür merkezleri, Türkiye’de tasarım kalitesinin görünür vitrinleri. Son on yılda açılan pek çok kamusal yapı, topografya ve peyzajla kurduğu bağ, geçirgen zemin katlar ve çok işlevli fuayelerle öne çıkıyor. Avrupa’da adaptif yeniden kullanım (örneğin endüstri yapılarının kültür tesisine dönüşmesi) güçlü bir damar; Türkiye’de de depoların, tarihi imalathanelerin veya gar binalarının kamusal işlevlere kazandırıldığı örnekler artıyor. Fark, süreç yönetiminde belirginleşiyor: Avrupa’da uzun istişare ve koruma kurullarıyla geçen zaman; Türkiye’de hızlı uygulama ve yoğun kullanıcı talebine cevap verme baskısı.

Kent formu ve hareketlilik: 15 dakikalık şehir arayışı

Kompakt yerleşim ve karma kullanımlı parseller, Türkiye’nin Akdeniz ikliminde yaya dolaşımını teşvik eden bir potansiyel taşıyor. Ancak büyük arterlerin baskınlığı, yaya–bisiklet ağlarının sürekliliğini yer yer zayıflatıyor. Avrupa kentlerindeki 15 dakikalık şehir uygulamaları, gündelik ihtiyaçlara yürüme mesafesinde erişimi artırırken, Türkiye’de yeni planlarda “okul–pazar–park–sağlık” dörtlüsünün mahalle içi dağılımı önem kazanıyor. Asya’nın bazı metropollerinde görülen çok katmanlı yaya köprüleri ve üst kot kamusal yürüyüş hatları, yoğun parsellerde yer tasarrufu sağlıyor; benzer çözümler yerel bağlamda iklim konforu ve bakımla sınanıyor.

İklimle uyum ve enerji verimliliği: Güneş, gölge, rüzgâr üçlüsü

Türkiye’nin güneşlenme potansiyeli, bina kabuklarında pasif gölgeleme, çift cidarlı cephe ve doğal havalandırma stratejileriyle birleştiğinde güçlü sonuçlar veriyor. Avrupa’da bina enerji performansı direktifleri ısı yalıtımı ve hava sızdırmazlığını sıkılaştırırken, Güney Avrupa örnekleri gölgelik ve çapraz havalandırma çözümlerine ağırlık veriyor. Türkiye’de yeni ofis ve eğitim yapılarında fotovoltaik entegrasyonu, yağmur suyu geri kazanımı ve ısı pompası sistemleri daha görünür. Farklı iklim bölgeleri için tipolojiye göre “katalog çözümler”in geliştirilmesi, tasarımın ilk metrelerinden enerji hedefini belirginleştiriyor.

Tarihî doku ve çağdaş ek: İnce ayarın önemi

Koruma–kullanma dengesi, Türkiye’de en çok tartışılan başlıklardan biri. Tarihî sokak dokusunda yeni yapıların yükseklik, silüet ve malzeme diliyle kurduğu ilişki, Avrupa’daki “çağdaş ek” örnekleriyle kıyaslandığında daha değişken bir tablo sunuyor. Başarılı projelerde, taş–tuğla–ahşap gibi yerel malzeme referansları çağdaş detayla buluşuyor; zemin katlarda geçirgenlik artıyor; avlu ve iç sokaklar kamusal dolaşıma katkı veriyor. Zayıf örneklerde ise cephe pastişi ve ölçek dışı kütleler tartışma yaratıyor. Ortak payda, çevreyle ilişkide “gösterişten çok süreklilik” ilkesinin değer kazanması.

Bölgesel kimlikler: Ege’de rüzgâr, Akdeniz’de gölge, Karadeniz’de su

Bölgesel mimari karakter, iklimle kurulan ilişkinin okunabildiği en açık katman. Ege’de rüzgârı yakalayan iç avlular, gölgelikli saçak ve pergolalar; Akdeniz’de taş duvar ve derin nişler; Karadeniz’de yağışa karşı yuvarlatılmış detay ve yükseltilmiş döşemeler öne çıkıyor. Bu yerel repertuar, çağdaş projelerde yalın bir dille yeniden yorumlanıyor. Ege kıyılarında iklime duyarlı konut ve kamusal proje deneyimi, genç ekiplerin görünürlüğünü artırırken, bölgedeki pratikler çoğu zaman “yerinde tasarım–yerel üretim” ilkeleriyle anılıyor. Kent ölçeğinde ise İzmir’de nefes koridorları, saçaklı yaya aksları ve geçirgen zeminler üzerine yapılan çalışmalar dikkat çekiyor; bu tartışmalar kentteki tasarım topluluğu ve deneyim paylaşım etkinliklerinde sıkça gündeme geliyor. Bölgedeki deneyimi merak edenler için “İzmir mimar” arayışlarının son dönemde çeşitlenmesi de bu ilginin bir yansıması.

Mesleki üretim biçimleri: Yarışmalar ve ortak akıl

Türkiye’de kamusal yapıların önemli bir kısmı mimari proje yarışmalarıyla elde edilmeye devam ediyor. Bu model, genç ekiplerin görünürlük kazanmasını sağlarken, jürilerin çok disiplinli yaklaşımı sayesinde peyzaj, erişilebilirlik ve sanat entegrasyonu gibi başlıklar proje programına daha erken giriyor. Avrupa’da yarışma kültürü uzun süredir kurumsallaşmış; Türkiye’de de son yıllarda düzenli yarışma dizileri ve uygulama takip protokolleri olgunlaşıyor. Farklılık, ihale–uygulama sürekliliğinde ve sürecin şeffaf yönetiminde ortaya çıkıyor. İyi örneklerde, tasarım ilkeleri uygulama sürecinde korunuyor ve yaşam döngüsü maliyeti projenin çekirdeğine yazılıyor.

Dijitalleşme ve yapım teknolojileri: BIM’den prefabrikasyona

Bina Bilgi Modellemesi (BIM), Türkiye’de orta ve büyük ölçekli projelerde standart hâline geliyor. Avrupa’daki kamu işlerinde zorunluluk seviyesine yaklaşan açık format ve veri yönetimi kültürü, yerelde de tedarik zincirine yayıldıkça kalite güvence süreçleri hızlanıyor. Prefabrik elemanlar ve modüler yapım, konut ve eğitim projelerinde şantiye süresini kısaltıp hata payını azaltıyor. Asya’daki yüksek hassasiyetli endüstriyel üretim pratikleri (DfMA) ile kıyaslandığında, Türkiye’de maliyet–hız dengesine duyarlı, esnek ve bağlama uyarlanabilir çözümler daha baskın.

Konut tipolojileri ve yaşam tarzları: Esneklik talebi yükseliyor

Pandemi sonrası esnek plan, çalışmaya uygun nişler ve dış mekânla kurulan güçlü ilişki konutta belirleyici hâle geldi. Türkiye’de balkon ve teras kültürü, Avrupa’daki loggia–kış bahçesi çözümleriyle benzer bir “ara mekân” ihtiyacına yanıt veriyor. Akdeniz kentlerinde gölgelikli balkonlar mikroiklim yaratıp iç mekân ısısını düşürürken, kuzey ülkelerinde yüksek yalıtım ve hava sızdırmazlık önceleniyor. Yerelde konut projelerinde ortak mutfak atölyeleri, çok amaçlı hobi odaları ve paylaşımlı çalışma alanları görülmeye başlandı; bu yaklaşım, komşuluk kültürüyle birleştiğinde sosyal sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor.

Sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik: Ölçerek yönetmek

Karbonsuzlaşma hedefleri, malzeme seçiminden detay çözümlerine kadar tasarımın her aşamasına nüfuz ediyor. Yaşam döngüsü değerlendirmesi (LCA), Avrupa’da kamu projelerinde giderek standartlaşırken; Türkiye’de gönüllü sertifikasyon ve kurum içi hedeflerle yaygınlaşıyor. Yağmur suyu yönetimi, ısı adası etkisini azaltan açık renkli yüzeyler, suyu tutan peyzaj ve geçirgen döşemeler, kamusal alan kalitesini artırıyor. Kıyı şehirlerinde rüzgârı kanalize eden kentsel boşluklar ve gölgelik ağları, yaz konforunu iyileştiriyor; iç bölgelerde ise ısı dalgalarına karşı ağaçlandırma ve su odakları yaygınlaşıyor.

Kültürel anlatı ve mimarlığın dili: Yerelle evrensel arasında köprü

Türkiye’de mimari anlatı, yerel malzeme ve zanaatla çağdaş detayın diyaloğu üzerinden güçleniyor. Taş işçiliğinin modern strüktürle birleştiği cepheler, tuğlanın yerel tonlarıyla örülen geçirgen duvarlar, ahşabın gölgeleme ve sıcaklık sağlayan elemanlara dönüşmesi; hem yerellik hem de evrensel tasarım ilkeleriyle uyumlu bir dil kuruyor. Avrupa’da uzun süredir görülen “az malzeme–yüksek detay” yaklaşımı, yerelde de yalın ama rafine çözümler olarak karşılık buluyor. Kamusal sanat ve tasarımın birlikteliği, meydan ve sahil bandı projelerinde kent kimliğini görünür kılıyor.

Önümüzdeki on yıl: Dayanıklı, kapsayıcı ve düşük karbonlu bir mimarlık

Uzmanlar, Türkiye’nin önümüzdeki on yılda üç kritik eşiğe odaklanacağını öngörüyor: (1) Deprem öncelikli dönüşümde, mühendislik kalitesi kadar sosyal adalet ve yerinde yaşam ilkesinin korunması; (2) İklime uyumlu tasarımın mevzuat ve teşviklerle ana akım hâle gelmesi; (3) Katılımcı süreçlerin güçlendirilmesi ve “mahallenin aklı”nın tasarımın erken safhalarına dahil edilmesi. Malzeme cephesinde düşük karbonlu beton, yerli masif ahşap ekosistemi ve yeniden kullanım pazarının gelişmesi bekleniyor. Suya duyarlı kentsel tasarım, gölgelik ağları ve mikroiklim odaklı kamusal alanlar, Akdeniz kuşağında konforu artıran ana araçlar olacak.

Ortak zeminde buluşan hedefler

Türkiye’nin mimari üretimi, dünya örnekleriyle kıyaslandığında güçlü bir bağlam okumasına ve pragmatik çözüm üretme kabiliyetine sahip. Avrupa’nın uzun soluklu süreç ve yaşam döngüsü odaklı kültürü ile Asya’nın teknolojik hassasiyeti, yerelde hız ve esneklikle harmanlandığında ortaya umut verici bir tablo çıkıyor. Bu tablonun kalıcılaşması; şeffaf süreç yönetimi, veriyle desteklenen kararlar ve kamusal alan kalitesini önceleyen bütüncül yaklaşımlarla mümkün. Ege’den Karadeniz’e, İç Anadolu’dan Güneydoğu’ya uzanan geniş coğrafyada, yerel iklim–malzeme–kültür üçlüsü üzerinden üretilen her iyi örnek, Türkiye’nin mimarlık sahnesini zenginleştiriyor. Kent ölçeğinde deneyim paylaşımı arttıkça, bölgesel bilgi ağları güçlendikçe ve tasarımın gündelik hayatla bağı derinleştikçe, hem yurtiçinde hem yurtdışında daha çok karşılaştırmalı başarı hikâyesi duymak mümkün olacak. Bu süreçte, Ege’de yetişen genç tasarımcıların ve mimar çevresinde oluşan üretim kültürünün de bu hikâyenin görünür parçalarından biri olacağı şimdiden konuşuluyor.

Türkiye’de avukat sayısı hızla artıyor: Talep haritasında aile, kira ve tüketici uyuşmazlıkları öne çıkıyor

0

Türkiye Barolar Birliği verileri avukat sayısındaki artışın sürdüğünü gösterirken, vatandaşların hukuki destek arayışında öne çıkan başlıklar arasında boşanma, kira ilişkileri, tüketici ve iş uyuşmazlıkları dikkat çekiyor. Zorunlu arabuluculuk ve kira rejimindeki değişiklikler başvuruların türünü de dönüştürüyor.

Türkiye’de hukuk hizmetlerine talep, hem toplumsal hem ekonomik dinamiklerin etkisiyle yön değiştiriyor. Son açıklanan baro verilerine göre ülkede barolara kayıtlı avukat sayısı 2024 sonunda 199 bin 142’ye ulaştı; bu toplam içinde büyük baroların yanı sıra Ege ve İç Anadolu’daki orta ölçekli barolarda da belirgin artışlar gözlendi. İzmir Barosu örneğinde 2024 sonu itibarıyla kayıtlı avukat sayısı 13 bin 919’a çıktı. Bu tablo, mezun sayısındaki artışın ve meslek içi uzmanlaşma eğilimlerinin sahaya yansımasına işaret ediyor.

Artışın mekânsal dağılımı da dikkat çekici. İstanbul ve Ankara gibi merkezlerde avukat sayısı doğal olarak yüksek; ancak son yıllarda İzmir’in payı da istikrarlı biçimde büyüyor. Bölgesel ekonominin çeşitliliği, liman ve lojistik faaliyetleri, turizm ve teknoloji girişimlerinin artmasıyla birlikte kentin hukuk ihtiyacı sadece ticaret ve şirketler hukuku ekseninde değil, bireysel başvuruların da yoğunlaştığı aile ve kira hukuku alanlarında genişliyor. İzmir özelinde bu eğilim, hem yerel yargı takvimlerine hem de alternatif çözüm mekanizmalarına başvuru oranlarına yansıyor.

Aile hukuku başlıkları talep haritasında ilk sıralarda yer almaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayımladığı 2024 verilerine göre yıl boyunca kesinleşen boşanma sayıları 187 bin 343’e ulaştı. Bu sayı, boşanma süreçlerinde nafaka, velayet, mal rejimi ve kişisel ilişki gibi alt kalemlerde profesyonel danışmanlığa olan ihtiyacı artırıyor. Avukatlar, dava dışı uzlaşma ve aile arabuluculuğu yaklaşımlarının tarafların yıpranmasını azaltabildiğini, ancak her dosyada yargılama stratejisinin farklılaştığını belirtiyor. Kentlilerin gündelik arayışlarında “İzmir’de aile hukuku alanında hangi uzmanlıklara başvuruluyor?” sorusu daha görünür hâle gelirken, çevrim içi aramalarda İzmir boşanma avukatı ifadesinin öne çıktığı gözleniyor.

Kira ilişkileri ise son iki yılda tartışmaların merkezinde. 1 Eylül 2023’ten itibaren kira uyuşmazlıklarında dava açmadan önce arabuluculuk başvurusu zorunlu hâle geldi; uygulama, komşu hakkı ve kat mülkiyeti kapsamındaki belirli uyuşmazlıkları da içeriyor. Adalet Bakanlığı’nın duyurduğu verilere göre bu kapsamdaki başvuruların önemli bir bölümü anlaşmayla sonuçlandı ve süreç yargının iş yükünü dengeleyen bir kapı olarak öne çıktı. 

Bu resme, kira artış rejimindeki değişim eklendi. Konut kiraları için uygulanan yüzde 25’lik artış sınırı 1 Temmuz 2024 itibarıyla sona erdi; artışların yeniden Türk Borçlar Kanunu’nun TÜFE on iki aylık ortalama sınırına göre belirlenmesi uygulamasına dönüldü. Düzenleme, kira tespit ve uyarlama taleplerini olduğu kadar, taraflar arası müzakere ve arabuluculuk süreçlerini de doğrudan etkiledi. Sahada görev yapan hukukçular, en büyük değişkenin “sözleşmenin yenileme tarihi–TÜFE zamanlaması” kesişiminde ortaya çıktığını, kiracı–malik iletişiminin yazılı ve delillendirilebilir biçimde yürütülmesinin uyuşmazlık riskini azalttığını vurguluyor. İzmir özelinde, gayrimenkul piyasasındaki hareketlilik ve öğrenci–sezonluk kiralamaların payı nedeniyle İzmir kira avukatı arayışlarının yoğunluğu dikkat çekiyor. 

Arabuluculuğun genel resmine bakıldığında, 2024 yılında dava şartı ve ihtiyari arabuluculuk kapsamında toplam 800 bini aşkın dosyada dostane çözüm sağlandığı açıklandı. Arabuluculuk kurumunun kira, iş ve ticari alacaklar yanında tüketici uyuşmazlıklarında da zorunlu dava şartı hâline gelmesiyle birlikte, başvuru sayıları ve anlaşma oranları kamuoyunun yakından izlediği göstergelerden biri oldu. Uzmanlar, “daha hızlı, daha düşük maliyetli ve taraf iradesine dayalı çözüm” vurgusunun, mahkeme süreçleriyle birlikte hibrit bir hukuk iklimi yarattığını ifade ediyor. 

Tüketici hukukunda ise birkaç yılın birikimi 2024–2025 döneminde görünür oldu. 6502 sayılı Kanun’a eklenen 73/A maddesiyle tüketici davalarında da dava açmadan önce arabulucuya başvuru dava şartı hâline geldi; hakem heyeti parasal sınırları ise Ticaret Bakanlığı tebliğleriyle her yıl güncelleniyor. E-ticaret ve mesafeli sözleşmelerde iade–iptal süreçleri, abonelik yönetimi ve ayıplı ifa başlıklarında sistematik başvurular artarken, platformlarla satıcılar arasındaki sorumluluk paylaşımı da dosya stratejilerinde belirleyici hâle geliyor. 

İş hukuku, ekonomik dalgalanmalar ve çalışma rejimindeki dönüşümler nedeniyle her zaman canlı bir alan. Fazla mesai ve ücret alacaklarının yanında, performans–fesih süreçleri, iş kazaları ve hizmet tespiti dosyaları ilk sıralarda. Zorunlu arabuluculuk bu alanda 2018’den beri yürürlükte; uygulama, tarafların belge düzenine ve delil yönetimine daha fazla özen göstermesini zorunlu kılıyor. Arabuluculuk masasında anlaşmaya varılamayan dosyalarda ise yargılama, ön görüşmelerde kaydedilen tutanak ve tekliflerin ışığında daha hedefli ilerleyebiliyor. (Bu paragraftaki değerlendirmeler genel bilgi amaçlıdır.)

Dijitalleşme, avukatın iş akışını yeniden şekillendiriyor. UYAP ve e-tebligat ile dosya iletişimi hızlanırken, müşterilerin beklentisi de “öngörülebilir süreler ve şeffaf maliyet” odağına kayıyor. Veri koruma ve kişisel veriler hukuku, şirketlerin iç süreçlerinde standart hâline gelirken; içerik kaldırma, itibar yönetimi ve siber dolandırıcılık kaynaklı uyuşmazlıklarda teknik uzmanlıkla hukuk bilgisini birleştiren ekipler öne çıkıyor. Tüketici verisi işleyen işletmelerde idari para cezalarının yeniden değerleme oranlarıyla artması, uyum programlarını stratejik bir gündem maddesi hâline getirdi. 

Ceza yargılaması tarafında da toplumsal gündemle paralel bir hareketlilik söz konusu. Ekonomik suçlar, bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlar ve sahtecilik dosyaları, sosyal medyanın yaygın kullanımının etkisiyle öne çıkarken; mağdur hakları ve destek mekanizmaları üzerine kurumsal bilgilendirme çalışmaları genişliyor. Bu alandaki talep artışı, baroların CMK ve mağdur hizmetleri eğitimlerini düzenli aralıklarla güncellemesine yol açıyor. 

Sahadaki diğer önemli başlık uzmanlaşma. Büyük ölçekli bürolar kadar, bireysel avukatlar ve butik ekipler de belirli mikronişlere odaklanarak farklılaşıyor: sigorta–sağlık, enerji–çevre, spor–eğlence, miras planlaması, Gayrimenkul–kentsel dönüşüm gibi. Bu eğilim, hem müvekkil deneyiminde hem de meslek içi kalitede standardı yükseltiyor. Üniversitelerde klinik ve uygulamalı eğitim modellerinin yaygınlaşması, yeni mezunların dosya yönetimine hızlı adapte olmasını sağlıyor.

Talep tarafındaki bu tablo şehirler ölçeğinde de çeşitleniyor. İzmir’de aile içi uyuşmazlıklar ve kira kaynaklı başvuruların yanına tüketici–konut projeleri ve turizm bağlantılı sözleşme ihtilafları ekleniyor. “Kısa dönemli kiralamalar, sezonluk sözleşmeler ve site yönetimi–kat mülkiyeti” üçgeninde çıkan uyuşmazlıklar, arabuluculuk kapısından geçtikten sonra mahkemeye taşınıp taşınmamasına göre farklı stratejiler gerektiriyor. Vatandaşın bilgi arayışında boşanma avukatı ve kira avukatı gibi ifadelerin öne çıkması, bu başlıkların gündelik hayatın pratik ihtiyaçları arasında üst sırada yer aldığını gösteriyor.

Kira uyuşmazlıklarına ilişkin zorunlu arabuluculuk düzenlemesi, yalnızca dava öncesi bir durak değil; tarafların masada müzakere becerilerini geliştiren bir alan olarak da görülüyor. 1 Eylül 2023 ve sonrasında açılan kira tespit–tahliye davaları öncesinde arabulucuya başvurulması şartı, özellikle büyükşehirlerde başvuruların hızla artmasına yol açtı. Bu sayede tahliye ve tespit dosyalarında mahkeme öncesi ciddi bir filtre oluşurken, anlaşma sağlanan dosyaların oranı da dikkat çekici bir seviyeye ulaştı. (Bakanlık, kira uyuşmazlıklarında on binlerce dosyanın anlaşmayla sonuçlandığını duyurmuştu.)

Aile hukuku gündemi ise yalnızca dava sayılarıyla değil, süreç yönetimi ve iletişimle de şekilleniyor. Ebeveynlik planı, çocukla kişisel ilişki ve mal rejimi tasfiyesi gibi karmaşık başlıklarda, uzmanlık ve disiplinler arası yaklaşım belirleyici oluyor. TÜİK’in 2024 verileri boşanmalarda artışa işaret ederken, uzmanlar hukuki temsilin yanı sıra psikososyal destek ve arabuluculuk kanallarının doğru sırayla kurgulanmasının çatışmayı azaltabildiğini belirtiyor. Bu yaklaşım, yargı sürecinin uzunluğunu ve maliyetini de etkiliyor. 

Genel resme bakıldığında, avukat sayısındaki artışla birlikte hizmet çeşitliliği ve erişilebilirlik de artıyor. Ancak bu, rekabetin yalnızca fiyat üzerinden değil, uzmanlık, etik ve şeffaflık üzerinden de yaşanacağı bir döneme girildiği anlamına geliyor. Zorunlu arabuluculuk uygulamalarının yaygınlaşması, kira rejimindeki değişimler ve tüketici hukukundaki yeni denge noktaları, vatandaşın hukuki yolculuğunun “mahkeme öncesi–yargılama–icra” üç aşamalı mimari içinde daha planlı ilerlemesini sağlıyor. Mesleğin temsilcileri, “erken başvuru, belgelendirme ve doğru yönlendirme” üçlüsünün hem hak arama özgürlüğünü güçlendirdiği hem de yargı sisteminin etkinliğine katkı sunduğu görüşünde.

Sonuç olarak, Türkiye’de avukat sayısındaki artış tek başına bir istatistik değil; talebin niteliği, hukuki çözüm yollarının çeşitlenmesi ve vatandaşın hukuka erişiminin kolaylaşmasıyla birlikte okunması gereken bir trend. İzmir’den Ankara’ya, Diyarbakır’dan Bursa’ya farklı kentlerde farklı ihtiyaçlar öne çıksa da, tablo ortak bir mesaj veriyor: Aile, kira, tüketici ve iş hukuku başlıkları, gündelik yaşamın hukukla kesiştiği sıcak alanlar. Bu alanlarda doğru bilgiye zamanında erişim, arabuluculuk gibi barışçıl çözüm yollarının etkin kullanımı ve uzmanlaşmış hukuk hizmeti, yeni dönemin belirleyici unsurları olacak. Türkiye’nin 2024 verileri ve 2025’in ilk sinyalleri, bu dönüşümün kalıcı olacağına işaret ediyor.

Göz sağlığını etkileyen meslekler gündemde: Lazer tedavi teknolojileri iş yaşamında görsel konfor ve güvenliği nasıl değiştiriyor?

0

Uzun ekran maruziyetinden dış mekân UV yüküne, kaynak ışınından kimyasal sıçramalara kadar pek çok meslek göz sağlığını zorluyor. Klinikler, “uygun koruma–erken tarama–kişiye özel lazer tedavisi” üçlüsünün iş gücünde verim ve yaşam kalitesini artırdığı görüşünde.

Ekran başında geçen çalışma saatlerinin ve dış mekân işlerinin artmasıyla birlikte, mesleki göz sağlığı konusu kent gündeminde daha görünür hale geldi. Ofis çalışanları göz kuruluğu ve odaklanma sorunlarını, inşaat ve metal işçileri partikül ve ışık kaynaklı riskleri, tarım ve balıkçılıkta çalışanlar ise yoğun UV maruziyetini daha sık konuşuyor. Göz hekimleri, “meslek kaynaklı riskler tek bir başlık altında toplanamaz; işin doğası, ortam koşulları ve bireyin göz yapısı birlikte değerlendirilmelidir” diyerek, işletmelerin periyodik tarama ve koruyucu ekipman uygulamalarını güncellemesini öneriyor. Bu tartışmanın eşlikçisi ise görme kusurlarını kalıcı olarak azaltmayı hedefleyen lazer tabanlı tedaviler; teknolojideki gelişmeler, uygun adaylarda iş yaşamını kolaylaştıran bir seçenek olarak öne çıkıyor.

Risk haritasının ilk sırasında ekran yoğunluğu bulunuyor. Yazılımcılardan çağrı merkezi çalışanlarına, tasarımcılardan muhasebe personeline kadar geniş bir kesim, gün içinde uzun süre yakın odakta kalmanın getirdiği yorgunluk, baş ağrısı ve bulanık görmeyle karşılaşıyor. İklimlendirme ve azalan kırpma refleksiyle birleşen bu tablo, göz yüzeyinin kurumasına yol açabiliyor. Uzmanlar, işverenlerin aydınlatma ve ekran yerleşimi standartlarını güncellemelerinin yanı sıra, çalışanların ara–veri kültürünü teşvik eden ofis planlamasının da fark yarattığını vurguluyor. Ergonomik düzenlemeler, monitör yüksekliği ve ortam nemlendirmesi gibi basit adımlar, yakın odak yükünü yönetilebilir seviyede tutmaya yardımcı oluyor.

Dış mekân çalışanlarında ise tablo değişiyor. Şantiye, yol bakım, tarım ve balıkçılık gibi sektörlerde yoğun UV ışını ve rüzgâr toz kombinasyonu ön planda. UV’nin kümülatif etkisi katarakt ve pterjiyum gibi sorunların riskini yükseltebilirken, rüzgâr ve partiküller göz yüzeyinde mikrotravmalara neden olabiliyor. Bu gruplarda yüzü saran, UV korumalı ve rüzgâr bariyerli koruyucu gözlüklerin, ayrıca toz maskesi ve şapka gibi tamamlayıcı ekipmanların kullanımı kritik. İşyeri hekimleri, “koruyucu gözlük var ama kullanılmıyor” sorununa dikkat çekerek, konfor ve görsel alanı kısıtlamayan ürünlerin benimsenme oranını artırdığını belirtiyor. Ekipman seçiminin saha denemeleriyle yapılması, sürdürülebilir kullanım için kilit görülüyor.

Metal işleme, kaynak ve döküm gibi yüksek ısı ve ışık içeren işlerde, göz için riskin boyutu ve türü farklılaşıyor. Kaynak ışınına bağlı “ark gözü” (fotokeratit) olguları, koruma siperliğinin doğru sınıfta olmaması ya da kısa süreli “hadi şunu da bitirelim” alışkanlığıyla ilişkilendiriliyor. Kıvılcım ve partikül sıçramaları, göz kapak refleksinin yetişemediği anlarda ciddi travmalara yol açabiliyor. Bu ortamlar için filtre sınıfı doğru seçilmiş, yüzle iyi oturan ve yanlardan koruma sağlayan gözlük/siperlik kombinasyonları öneriliyor. İşverenler, ekipman temininin yanında “yetkisiz işlem yapılmaması” ve iş güvenliği kültürünün günlük dilin parçası haline gelmesi için sürekli eğitim programlarını genişletiyor.

Kimyasal kullanılan laboratuvar ve temizlik sektörleri de göz güvenliği başlığında ayrı bir dikkat istiyor. Asit–baz sıçramaları, çözücü buharları ve dezenfektan aerosolleri kısa sürede ciddi irritasyon ve kornea hasarı oluşturabilir. Göz duşlarının erişilebilirliği, kapak kapama refleksini engelleyecek yoğun buhar yükünün kontrolü ve koruyucu gözlükle uyumlu yüzey maskelerinin eşzamanlı kullanımı bu alanların temel protokolleri arasında. Denetimlerde, “göz duşu var ama dolap arkasında” gibi pratik engellerin ortadan kaldırılması performansın gerçek belirleyicisi olarak öne çıkıyor.

Ulaşım ve hizmet sektörlerinde çalışan sürücüler için risk daha çok süreklilikten kaynaklanıyor. Klima ve hava akımı göz yüzeyini kurutabilir; gece sürüşlerindeyse karşıdan gelen farlar ve ıslak zemin yansımaları parlamayı artırarak konforu düşürür. Bu grupta, zamanında ve doğru düzeltme ile yansımayı azaltan cam teknolojilerinin kullanılması, basit gibi görünen ama günlük performansı yükselten bir fark yaratıyor. Aynı şekilde, sağlık ve eğitim sektörlerinde lazer işaretleyici ve yüksek kontrastlı ekranlarla çalışanlar, uzun sunum ve ders saatlerinde benzer yakın odak yüklerini paylaşıyor; planlı molalar ve göz yüzeyi bakımı gündelik rutine dahil edildiğinde şikâyetler azalabiliyor.

Mesleklerin risk profili çeşitlendikçe, görme düzeltme seçeneklerine dair beklentiler de farklılaşıyor. Gözlük ve kontakt lensler halen güçlü ve güvenilir çözümler. Ancak sisli ortam, buhar, maske kullanımı veya güvenlik ekipmanlarıyla birlikte rahat edemeyen çalışanlar, kalıcı kırma kusuru düzeltme seçeneklerini daha sık araştırıyor. Bu noktada kamuoyunda günlük dilde “lazerle göz ameliyatı” ya da kısaca “lazer göz çizdirme İzmir” diye anılan yöntemler öne çıkıyor. Klinikler, bu yöntemlerin bir “paket” değil; hasta yaşı, kornea kalınlığı, topografi/tomografi bulguları, kırma kusurunun kararlılığı ve mesleki ortamın birlikte değerlendirildiği kişiye özel kararlar olduğunu hatırlatıyor.

Teknoloji cephesinde son yıllarda iki anahtar başlık öne çıktı: femtosaniye lazerlerle flap oluşturma süreçlerinin hassaslaştırılması ve dalga–cephe (wavefront) ile topoğrafi kılavuzlu kişiselleştirme. LASIK’te kornea yüzeyinde ince bir kapak (flap) oluşturulup excimer lazerle şekillendirme yapılırken, PRK gibi yüzey ablasyonu tekniklerinde epitel kaldırılarak işlem doğrudan yüzeyde uygulanıyor. SMILE ise küçük bir kesiden stromal lentikül çıkarma prensibiyle, kesiyi ve potansiyel kuruluk etkisini azaltma hedefiyle geliştirildi. Her tekniğin iyileşme süresi, gece parlaması/haleler gibi görsel fenomenleri ve kuru göz eğilimi açısından farklı profilleri bulunuyor; seçim bu parametrelerle birlikte kişinin işine ve beklentisine göre belirleniyor.

Ön değerlendirme süreci, başarının en kritik belirleyicisi kabul ediliyor. Korneanın şekli ve kalınlığı, arka yüzey analizleri, gözyaşı filmi kalitesi, dioptri düzeyinin son bir–iki yılda kararlı olup olmadığı ve eşlik eden hastalıklar (örneğin keratokonus şüphesi, otoimmün hastalıklar, gebelik–emzirme dönemi) titizlikle inceleniyor. Uygun olmayan adaylarda ısrar edilmemesi, hem kısa hem uzun vadeli sonuçlar için temel ilke. Bu çerçevede kontakt lens uyumu iyi olan ve mesleki riskleri gözlükle yönetebilen bireylerde cerrahiye gerek duyulmayabilirken, güvenlik ekipmanlarıyla gözlük kullanımı çakışan veya lensle konfor sağlayamayan çalışanlarda lazer seçenekleri gündeme gelebiliyor.

İş yaşamıyla ilişkisi en çok merak edilen başlıklardan biri “işe dönüş” süreci. Ofis çalışanları LASIK sonrası genellikle kısa sürede ekrana dönebilse de, yoğun toz–partikül bulunan sahalarda yüzey iyileşmesi tamamlanmadan çalışma önerilmiyor. Yüzey ablasyonu (PRK) sonrası ilk günlerdeki hassasiyet, sahada göz yüzeyini zorlayacak görevlerle uyumlu olmayabilir. Bu nedenle iş planlamasının cerrahiyle uyumlu yapılması, vardiya değişimi ve idari görev kaydırmaları gibi çözümlerle iyileşme döneminin korunması öneriliyor. İşveren–çalışan–hekim üçgeninde net iletişim, hem güvenliği hem verimi artırıyor.

Görsel kaliteye dair beklentiler de gerçekçi çerçevede ele alınıyor. Yüksek kontrastlı sahnelerde harf seçme keskinliği artarken, gece sürüşü gibi düşük ışık–yüksek parlama koşullarında adaptasyon bir süre gerektirebilir. Büyük pupilli kişilerde gece haleleri daha belirgin olabilirken, kişiselleştirilmiş ablasyon profilleri bu etkiyi azaltmak için kullanılıyor. Kuru göz eğilimi olanlarda, meibom bezleri ve kapak kenarı sağlığını güçlendiren bakım planları ameliyat öncesi başlatıldığında, ameliyat sonrası konfor artabiliyor. Kısacası, sonuç yalnızca “lazer”e değil, hazırlık ve bakımın bütününe bağlı.

Teknolojinin yaygınlaşması, erişim başlığını da gündeme taşıyor. Kentteki klinikler, randevu yoğunluğu ve cihaz altyapısı kadar, hasta bilgilendirme süreçlerini sadeleştirmeye çalışıyor. Mesleki riskleri olan bireyler, danışmanlık görüşmelerinde iş ortamlarını ayrıntılı anlatıp birlikte risk senaryosu çıkarıldığında daha net karar verebiliyor. Bölgesel arayışlar için örneğin bir İzmir göz doktoru ile yapılacak ön görüşmede, önce mesleki riskler ve koruyucu donanım kullanımı; ardından tedavi adaylığı ve beklentiler planlı bir sıra içinde ele alınıyor. Bu yaklaşım, “önce koruma, sonra düzeltme” ilkesini pekiştiriyor.

Kamu ve özel sektör iş birliğiyle yürütülen tarama programları, çalışanların görme keskinliği, renk görme ve derinlik algısı gibi iş performansını etkileyen parametrelerde erken uyarı sağlayabiliyor. Sürücülük, yüksekte çalışma veya hassas montaj hatlarında küçük bir görsel kusurun bile hata ve kaza riskini artırabileceği hatırlatılıyor. Bu nedenle işe giriş ve periyodik muayenelerin “form doldurma”dan ibaret olmaması, saha gerçekliğini yansıtan testlerle desteklenmesi gerektiği belirtiliyor. Eğitim modüllerine, koruyucu gözlüklerin doğru kullanımından ekran molası planlamaya kadar pratik başlıklar eklenmesi, davranış değişikliği için etkili görülüyor.

Mesleki göz sağlığı gündemi, ekonomik boyutuyla da tartışılıyor. Kaza ve iş göremezlik maliyetlerinin yanında, göz kuruluğuna bağlı performans düşüşü, tekrar iş yükü ve hata düzeltme süreleri işletmeler için görünmeyen bir gider kalemi oluşturuyor. Basit düzenlemeler ve doğru görme düzeltmesiyle bu maliyetlerin önemli kısmı azaltılabiliyor. Lazer tedavisine uygun ve bunu arzu eden çalışanlarda, uzun vadeli gözlük/lens giderleri ile cerrahi arasında karşılaştırma yapıldığında, bazı senaryolarda toplam maliyetin dengelendiği ifade ediliyor; elbette bu değerlendirme kişisel ve mesleki koşullara göre değişiyor.

Uzmanlar, “mükemmel yöntem” söyleminden kaçınılması gerektiğini vurguluyor. Her tekniğin güçlü ve sınırlı yönleri mevcut; hedef, kişinin anatomisi ve işiyle en uyumlu seçeneği bulmak. Bu nedenle, danışmanlık görüşmelerinde beklentilerin ayrıntılandırılması, “ne kazanacağım, neyi kabulleneceğim” dengesinin açık konuşulması ve alternatiflerin (örneğin kontakt lensin modern materyalleri, gözlük camı teknolojileri) değerlendirilmesi şeffaflığın temelini oluşturuyor. Karar ne olursa olsun, mesleki risklerin gözle ilgili bölümünün koruyucu ekipman ve çalışma düzeniyle azaltılması, tedavinin yerini tutan değil onu tamamlayan bir zorunluluk olarak görülüyor.

Sonuçta hem sahada çalışanların hem de ekran başında gününü geçirenlerin göz sağlığı, üretkenliğin ve yaşam kalitesinin ayrılmaz bir parçası. Riskler meslekten mesleğe değişse de çözüm mimarisi benzer: doğru koruma kültürü, erken ve düzenli kontroller, kişiye özel ve kanıta dayalı tedavi planı. Lazer tedavisi bu mimarinin yalnızca bir unsuru; doğru adayda ve doğru zamanda, iş yaşamına pratik katkılar sunabiliyor. Kentin farklı ilçelerindeki salonlardan şantiyelere uzanan geniş bir yelpazede, ortak hedef aynı: daha güvenli, konforlu ve sürdürülebilir bir görsel çalışma ortamı. Gündemin yükselen sorusu ise net: Teknoloji ve koruma kültürü bir araya geldiğinde, gözlerimiz işin temposuna nasıl daha sağlıklı eşlik edebilir? Bu soruya verilen yanıt, her geçen gün daha fazla çalışanın günlük deneyiminde somutlaşıyor.

 

Berfu Yenenler’den Olay Yaratan Sözler: “Ben Senin Köpeğin Gibiyim”

0

Show dünyasının en dikkat çeken çiftlerinden Berfu Yenenler ve Eser Yenenler, yine magazin gündemini salladı. Katıldıkları “Talk Show Perileri” programında samimi itiraflarıyla izleyicileri kahkahaya boğan çift, sosyal medyanın da en çok konuşulanları arasına girdi. Ancak programda Berfu Yenenler’in eşine söylediği bir cümle, herkesi hem şaşırttı hem de gündemi karıştırdı.

Talk Show’da Gündeme Damga Vuran An

Program boyunca eğlenceli anlar yaşanırken, Berfu Yenenler’in bir anda “Ben senin köpeğin gibiyim… Bu sabah çoraplarını bile ben giydirdim!” sözlerini sarf etmesi stüdyoda şok etkisi yarattı. Samimi ve esprili tavrıyla bilinen Berfu, bu cümlesiyle hem kahkahalara sebep oldu hem de izleyiciler arasında tartışma başlattı.

Eser Yenenler ve Berfu Yenenler Çiftinin Evliliği Sürekli Gündemde
Eser Yenenler ve Berfu Yenenler Çiftinin Evliliği Sürekli Gündemde

Eser Yenenler ve Berfu Yenenler Çiftinin Evliliği Sürekli Gündemde

Aslında bu, Yenenler çiftinin ilk kez magazin gündemine bomba gibi düşüşü değil. Daha önce de Berfu Yenenler, sosyal medya paylaşımlarıyla çok konuşulmuş, kimi zaman esprili halleriyle takipçilerinin sevgisini kazanmış, kimi zaman da eleştirilere maruz kalmıştı. Özellikle Eser Yenenler’in baba olduktan sonraki değişimi ve Berfu’nun sivri çıkışları, onların evliliğini sürekli mercek altında tutuyor.

Sosyal Medya İkiye Bölündü

Berfu’nun programda yaptığı bu çıkış, kısa sürede sosyal medyada gündem oldu. Kimileri “Berfu tam bir eğlence kaynağı, çift çok tatlı” yorumları yaparken, kimileri de sözleri fazla abartılı buldu. Özellikle “köpeğim gibiyim” ifadesi, kullanıcıların diline düştü ve caps’lere malzeme oldu.

Eser Yenenler ve Berfu Yenenler’in Göz Önünde Yaşanan Evliliği
Eser Yenenler ve Berfu Yenenler’in Göz Önünde Yaşanan Evliliği

Çiftin Göz Önünde Yaşanan Evliliği

Eser Yenenler ve Berfu Yenenler çifti, özel hayatlarını gizlemek yerine eğlenceli bir şekilde paylaşmalarıyla biliniyor. Ekran önünde sergiledikleri samimi atışmalar, onları izleyicilerin gözünde daha doğal ve içten bir çift haline getiriyor. Ancak bu son açıklama, çiftin adını bir kez daha gündemin zirvesine taşıdı.

“Çorap Krizi” Çok Konuşulacak!

Berfu Yenenler’in Eser Yenenler’e çorap giydirdiğini itiraf etmesi, magazin tarihine “en ilginç eş fedakârlığı” anlarından biri olarak geçti bile. Görünen o ki, Yenenler çifti önümüzdeki günlerde de samimi açıklamalarıyla magazin basınını meşgul etmeye devam edecek.