Ana SayfaKültür ve SanatMustafa Kurt: Seyirciler Kendi Aşırılıklarına Güler

İlgili Postlar

Mustafa Kurt: Seyirciler Kendi Aşırılıklarına Güler

Adana’daki Uluslararası Tiyatro Festivali’ni ve Balkan Uluslararası Tiyatro Festivali’ni etkileyen ve güzel sanatlara katkı sağlayan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt, oyuncu, yönetmen Mustafa Kurt samimi açıklamalarda bulundu. Mustafa Kurt “Seyirciler kendi alışkanlıklarına güler” dedi. İşte o açıklamalar;

Birçok şeyi sabitleyen, sıfırlayan coronanın, ilk durdurduklarının en başında sanat geldi. Ama sanat zor zamanlarda birleştirdi aslında.

Aynen dediğiniz gibi… Bu tarz istenmeyen durumlarda, dayanışma gösterme ve birbirimizin moralini yüksek tutmak durumundayız. Mesela biz bu durumdan çok etkilenen özel tiyatrolara destek vermek için sahnelerimizi belirli günler onlara tahsis ettik. Dekor, kostüm başta olmak üzere oyuncu ile yönetmen desteği de sağladık. Pandeminin zorluğu ile mücadele eden seyircilerimizin üzerindeki bu sancılı sürecin etkilerini hafifletmek için güler yüzlü repertuvarlar hazırladık.

 BUGÜNE KADAR HİÇ OLMAMIŞ BİR ŞEYİ YAPTIK!

Zorlu corona sürecinin yaşattığı farklı bir şey oldu mu peki?

Bu süreç bize bir ilki de yaşattı. Bir oyunumuzun prömiyerini televizyonda canlı performans olarak yaptık. Bugüne kadar hiç olmamış bir şeydi bu.

TİYATRO TİYATRODA GÜZEL!

İki yıllık pandemi sürecinde online perde açtı çoğu tiyatro. Bir kesim “Bu, tiyatro değil” derken, bir kesim, “Hiç izleyememekten iyidir” diyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Şöyle düşünüyorum… Elbette tiyatro, seyircisiyle aynı anda aynı mekânda olmalı. Gerçek zamanda, göz göze, nefes nefese olmalı. Ama seyircilerimizi uzun bir süre tiyatrodan mahrum bırakmanın da doğru olmayacağını düşündük. Dilerim böyle bir durum ile bir daha karşılaşmayalım ve seyircimizle hep göz göze, yürek yüreğe olalım. Çünkü tiyatro tiyatroda güzel.

Dünya değişiyor, gelişiyor. Akıllı telefonlarla dünyayı takip edebiliyoruz artık. Teknoloji sanatı da yönlendirebilir mi, yönetebilir mi? Dijital çağın sanata, tiyatroya etkileri ne yönde ve ne şekilde oluyor?

Dediğiniz gibi dünya değişiyor, gelişiyor ve bize de dijital dünyanın kolaylıklarından yararlanmak kalıyor. Bu tamamen kendimizi teknolojiye bırakmak olarak algılanmasın, sadece tiyatroya, seyircimize fayda sağladığı noktalarda yararlanmamız gerektiğini düşünüyorum. Çağı yakalamak gerekiyor. Mesela yakın zamanda bilet alımları konusunda önemli bir yeniliği hayata geçirdik. Devlet Tiyatroları, kendi sosyal medya sayfalarında yayınlanan oyun, festival, afiş, broşür gibi tanıtımlarda QR kod yönlendirilmesi uygulanacak. Seyircilerimiz artık oyunlarımız hakkında bilgiye çabucak ulaşıp, bilet alım işlemlerini daha kolay yapacak.

Corona sürecinde, sanatsal bir çözümle ‘Kamyon Tiyatrosu’ ile birçok şehirdeki binlerce insana ulaşıldı. Amaç gerçekleşti mi? İzleyicilerin geri dönüşleri nasıl?

Diğer sahnelerimizden teknik ve imkân eksikliği olmayan, bir sahnenin sahip olması gereken donanımlarının hepsine sahip, bir gezici sahne hep hayalimdi. Şimdi Kamyon Tiyatrosu projesiyle bunu gerçekleştirdik. Her şartta her yerde seyircilerimizi ağırlayabiliyoruz artık. Daha önce hiç tiyatro izlememiş çocuklarımıza ulaştık. Büyük ya da küçük seyircilerimizin hepsinin ilgisi, heyecanı, sevinci Kamyon Tiyatrosu projesinin ne kadar doğru bir iş olduğunun bize gösterdi. Bu projenin gelişmesi, ülkemizde yaygınlaşması için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Çünkü ülkemiz için hiç tiyatro izleyememiş seyircilerimiz için gerçekten çok güzel bir proje olduğuna inanıyoruz.

MOLİERE, TUTKULARIN EVRENSELLİĞİNİ VE DAİMİ OLDUĞUNU GÖSTERİR!

Rol aldığınız Cimri oyununda canlandırdığınız Harpagon’un gözünden baktığınızda, yaşamdaki neler, daha bariz kendini gösteriyor?

Harpagon; cimrilikte sınır tanımayan, parayı çok seven ve onu kaybetmemek için her şeyi yapabilecek bir karakter, bildiğiniz gibi. Moliere karakterleriyle, tutkuların evrenselliğini ve daimî olduğunu gösterir. Tiyatronun en güzel yanı insanla uğraşır. Harpagon’un davranışlarındaki aşırılık seyirciyi kahkahalara boğarken bir yandan da onların tutkularına, aşırılıklarına ayna tutar. Yani o dönemden bu döneme baktığımızda insanların, her biri için farklı farklı şeyler de olsa tutkularının kölesi olmaya devam ettiklerini görürüz. Seyirciler biraz da kendi aşırılıklarına güler aslında.

2018’in Troya Yılı ilan edilmesi sebebiyle sahnelenen Troya Operası’nda Homeros olarak karşımıza çıktınız. Bu kadar yoğunken, oyunlar yönetirken, oyunda oynarken operaya Troya’ya nasıl dahil oldunuz? 300 kişilik oyuncu kadrosuyla operada gerek Homeros karakteri gerek bir sanatsever olarak neydi bu eserde sizi en çok etkileyen?

Opera Genel Müdürlüğü, Troya Operası’nda, dünya edebiyatının en ünlü şair ve yazarlarından biri olan Homeros karakterini oynamam için bana teklifte bulundu. O sırada Devlet Tiyatroları’nda iki oyun sahneliyordum. Çok yoğun olsam da böylesi güzel bir projede yer almak istedim. İyi ki de olmuşum. Çok ses getiren, büyük ve güzel bir iş oldu. 300’ü aşkın sanatçısı ve teknik ekibiyle sahnelenen Troya Operası, hem ülkemizde hem yurt dışında büyük ilgi gördü.

Bolşoy’da Türk operasının sahnelenmesi müthiş bir gurur olsa gerek. ‘Türk operasını dünyaya duyurmak zor değil’ düşüncesi uyanıyor mu Moskova’da sahnelenme başarısından sonra?

Bolşoy Tiyatrosu’ndaki birçok sanat eleştirmeni tarafından büyük beğeni kazandı. Bu topraklarda geçmişte de, şimdi de büyük sanatçılar yetişmekte. Bizim en önemli görevimizden bir de Türk sanatını dünya arenasına çıkarmak, evrensele taşımaktır.

ADANA’DAKİ FESTİVALE BİLET ALMAK İÇİN KAPIDA SABAHLAYANLARI DUYUNCA SAKIP SABANCI’NIN GÖZLERİ DOLDU!

2005 yılında başlayan, Sabancı ve Devlet Tiyatroları iş birliği ortaklığıyla 22 yıldır süren Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’nin kurucusunuz. 22 yıl önceye gidersek… Neydi bu festivali hayata geçirmek istemenizin kıvılcımı? 22 yıl sonra istediğiniz, düşlediğiniz yerde mi Uluslararası Adana Tiyatro Festivali?

Sabancı ailesinin tiyatroya katkısı çok büyüktür. Adana Devlet Tiyatrosu 1981 yılında kuruldu. Sabancı ailesi Devlet Tiyatrosu’nun Adana’da kalıcı olmasını istediği için biletleri satın alıp, çalışanlarına dağıtıyordu. Adana’da tiyatronun bölge müdürlüğünü yaptığım dönemde, orada kalıcı bir şey yapmak istedim. Ve bu düşünceyi Sabancı Vakfı ile paylaştım. Böylece Adana Devlet Tiyatrosu Uluslararası Tiyatro Festivali hayata geçti. Festival o kadar çok ilgi gördü ki seyirciler tiyatronun önüne geceden çadır kurmaya başladı, sabah erken saatlerinde bilet satın alabilmek için. Bu durumu Sakıp Sabancı Bey ile paylaşınca gözlerinin dolduğunu hatırlıyorum ve ‘Bu festival Türkiye geneline numune olsun’’ dedi. Dediği gibi, Türkiye’nin en uzun soluklu festivali oldu. Yaklaşık otuz beş gün süren hem dünyadaki önemli tiyatroların hem Türk tiyatrolarının katıldığı, beslenen, büyüyen, gelişen çok büyük bir festival oldu. Her sene en az 50 ülkeden festivalimize katılma talebi geliyor ve bu bizi oldukça mutlu ediyor. Diğer festivallerimize de örnek oldu. Bu yüzden evet, düşlediğim yerde diyebilirim.

8 yıldır Bursa’da yapılan Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali’nin de kurucususunuz. Bu festivali hayata geçirirken neler vardı düşüncelerinizde? Balkan ülkeleriyle Türkiye’nin buluşma, buluşturma paydasında ortak olan özellikler hangi noktalarda ve notalarda ortaya çıkıyor?

Festivaller ülkeler arasındaki en güzel köprüdür. Festivallerin birlik oluşturma, kültür alışverişini sağlama gibi çok önemli amacı vardır. Bursa ilimizde hatırı sayılır Balkan soydaşlarımız yaşıyor. Bu yüzden burada bir Balkan Festivali olsa ne güzel olur diye düşündüm ve hemen çalışmaya başladık. Yunanistan, Hırvatistan Sırbistan, Bosna Hersek, Kosova gibi Balkan ülkelerini Bursa’da bir araya getirdik. Sonra büyük ilgi ve beğeni gören, gelişip ilerleyen bu güzel festival ortaya çıktı.

Sanata, tiyatroya ilginiz ne zaman, nasıl başladı peki? Neydi sanat ve oyunculuk konusunda sizi cezbeden, ‘Konservatuvarda okumalıyım, oyuncu olmalıyım’ dedirten?

Bizim dönemlerimizde bizi keşfedenler Türkçe ya da edebiyat öğretmenlerimiz olurdu. İlkokulda, ortaokulda küçük müsamereler yapılırdı. Bu tür sosyal etkinliklerin içinde yer almak edebiyat öğretmenlerinin desteğine bağlıdır. Bu öğretmenler hep şiir okuyan, güzel  konuşan, Türkçesi iyi, sesi gür, müzik kulağı olan öğrencileri seçer, bu tip etkinlikler için. Ben de hep o öğrencilerdendim. Hep o gösterilerin içinde yer alırdım. O dönemler konservatuvar birkaç taneydi. Ankara’da bir konservatuvar olduğunu, burada tiyatro bölümünün olduğunu, bu bölümden mezun olanların Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu, sanatçı olarak çalışmaya başladıklarını öğrendim. Bizim zamanımızda en popüler meslekler; memurluk, polislik, öğretmenlik gibi mesleklerdi. Bu kadar çok üniversite yoktu. Öğretmenimin yönlendirmesiyle devlet konservatuvarına girdim. Bölüme girmem, bölümü sevmem öğretmenlerim sayesinde oldu. Onlar iyi ki varlar.

BUGÜNKÜ BULUNDUĞUM YERİ ADANA’YA BORÇLUYUM!

1988’de mezun olduktan sonra Adana yıllarınız başlamış.

Evet. Mezuniyetten sonra Devlet Tiyatrosu henüz bu kadar yayılmamıştı. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa’nın dışında bir de Adana vardı. Bizim yeni mezun olduğumuz dönemde de Trabzon ve Diyarbakır Devlet Tiyatrosu açılmıştı. Yani yedi, sekiz bölge vardı. Ben de yerleşik bir bölge olan, 1981 yılında açılmış, kendi kadrosu olan bir tiyatroya, Adana Devlet Tiyatrosu’na gittim. İki erkek bir kadın sanatçıya ihtiyaç vardı. Biz de genç stajyer sanatçı olarak oraya gittik. Çok uzun yıllar kaldım orada. Oyuncu olarak başladığım sürede idareci olarak da çalıştım. Yaklaşık on altı yıl kaldım. Sonrasında orada açılan devlet konservatuvarında öğretim görevlisi olarak çalıştım. Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu kurulmuştu, burada da oyunlar yönettim. Bunun yanı sıra Adana’nın o dönem ta 1981 yılında başlayan iyi bir seyircisi vardı. Adana kültüre çok yatkın bir şehir; edebiyata, sinemaya… Hatta sana şöyle söyleyeyim; bir Film çekildiği zaman önce Adana’da gösterime girerdi. Türkiye genelinde o filmin iş yapıp yapmayacağı Adana’da anlaşılırdı. Adana o dönem işçi şehriydi. Bir sürü fabrika vardı. Memleketin her yerinden gelmiş insanların buluştuğu bir kültür mozaiğiydi. Bugünkü bulunduğum yeri Adana’ya borçluyum.

EMPATİ YAPTIĞINIZDA, KENDİNİZE KALIN DUVARLAR ÖREMEZSİNİZ!

Oyunculuk size ne sağladı, en büyük dersi ne oldu mesela, hayata dair?      �

Öyle çok oldu ki… Ama bunların birinden bahsetmem gerekirse farkındalık sağlaması diyebilirim. Bir role hazırlandığınız zaman o karakterin tüm yaşamını sorgularsınız, kararlarının altındaki nedeni ararsınız. Bu da insanları anlamanızı ve onlarla empati kurmanızı sağlar. Bu empatiyle birlikte kendinize kalın duvarlar öremezsiniz. Anlayış ve empati sizi daha sevgi dolu, barışçıl bir kişi haline getirir.

HİÇBİR YETENEK KARŞILIKSIZ KALMAZ!

10 yıllık Adana Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü sonrasında Çukurova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak sahne ve oyunculuk dersleri verdiniz. Genel olarak oyunculuk okuyan öğrencilerle ilgili dikkatinizi çeken neler oluyor?

Dediğiniz gibi Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak sahne ve oyunculuk dersleri verdim. Gençlerimizin hepsi de gelecek vadeden pırıl pırıl çocuklar. Bizim için çok önemliler çünkü bizim geleceğimiz onlar. Bilmeleri gereken en önemli şey şu, hiçbir yetenek karşılıksız kalmaz. Bir tavsiyede bulunmam gerekirse; gençlerimizin sadece okulda öğrendikleriyle sınırlı kalmamalarını, daha fazla merak edip araştırma yapmalarını, dünyayı daha fazla takip etmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Devlet Tiyatroları’nın 70. yılı kutlandı. 20 yıldan fazla bu kurumdaki biri olarak 70 yılın paydasından neler daha bariz sanat adına?

Tiyatro, evrensel değerlere sahip bireylerin yetiştirilmesi için çalışan bir kültürdür. Devlet Tiyatroları, 1949 yılından bugüne kadar bu kültürü yaygınlaştırmak, toplumun kültürel ihtiyaçlarını karşılamak, Türk sanatını ve dilini geliştirmekte önemli bir görev üstlenmiştir. Kurulduğu günden bugüne Devlet Tiyatroları bu görevi başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir. Geçmişten aldığımız güçle hızla ilerliyor, gelişiyoruz. Şu an yeni sahneler ile birlikte her sezon binlerce temsil vermekteyiz. Altı uluslararası, iki ulusal festival düzenlemekteyiz. Bu festivallerle farklı tiyatro görüşlerini, edebiyatlarını ve kültürlerini seyircilerimizle buluşturuyoruz. Yurt dışına turneler düzenleyip, Türk tiyatro sanatını ve edebiyatını uluslararası düzeyde tanınmasını sağlıyoruz. Her geçen gün yenilenen, gelişen ve güçlenen bir tiyatroyuz.

Neydi bunca yıl sizi sanatın içinde olmaya iten…

Tek kelimeyle özetleyebilirim bunu; tiyatroya olan aşktı, en büyük motivasyonum.

GERÇEK VE SAF OLAN AŞKIN ÖLÜMSÜZ OLACAĞI İNANCINDAYIM!

Aşk deyince… İskender Pala’nın yazdığı, birbirine kavuşamayan ve aşkları uğruna ölen iki gencin öyküsü olan ‘Leyla ile Mecnun’ son yönettiğiniz oyunlardan… Uğruna ölününce mi aşk oluyor? Ya da şöyle sorayım; uğruna ölününce mi ölümsüzleşiyor aşk?

Ünlü edebiyatçı İskender Pala’nın yazdığı oyun; Asya, Avrupa, Afrika ve Orta Doğu’da çok bilinen bir aşk hikayesi. Sorduğunuz ‘Uğruna ölününce mi aşk oluyor? Ya da uğruna ölününce mi ölümsüzleşiyor aşk?’ sorunuza gelirsek; gerçek ve saf olan aşkın, sevginin, sanatın ne şekilde olursa olsun ölümsüz olacağı inancındayım.

2019’da güzel bir projeyi daha hayata geçirdiniz. Kadına şiddetin, ayrımcılığın daha da arttığı günümüzde, ‘12 Oyun 12 Kadın Yazar’ projesi ne güzel bir inceliktir. 12 kadının yazdığı oyunu 12 kadın yönetmen sahneledi. Türk kadınını daha çok oyun yazmak ve sahnelemeleri için yüreklendirdiğiniz bu güzel projenin tam da bu noktasında, yıllardır kadın yazarların erkek yazarlara göre daha az olmasını neye bağlıyorsunuz?

Evet, yine bir proje ile kadın yazarlarımızın yazdığı 12 yerli yeni oyunu, 12 kadın yönetmenimizle seyircilerle buluşturduk. Yerli yazarlarımızı çok önemsiyoruz. Yerli kadın yazarlarımızı ise daha çok önemsiyoruz. Erkek yazarların geçmişte daha fazla oyun yazıp yönettiği doğrudur ama şöyle güzel bir durumu paylaşmak isterim; bize gelen oyunlarda kadın yazarlarımızın sayısı hızla artmakta. Çok geçmeden repertuvarlarımızda güzel bir ağırlıkta olacaklarını düşünüyorum. Bu tarz projelerle bunu hızlandırmak niyetindeyiz.

Devlet Tiyatrosu’nun düzenlediği, kadına verilen değerin yüceltilmesi ve yerli yazarları teşvik etmek amacıyla, 2023 yılında kutlanacak olan Cumhuriyet’imizin ilan edilişinin yüzüncü yılı adına ‘Cumhuriyet’in 100. Yılında Kadın’ adlı oyun yazma yarışmasıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Oyun yazma yarışmalarıyla Türk Tiyatrosu’nun canlanmasını, zenginleşmesini, yeni bakış açıları kazandıracak, tiyatro sanatını daha üst bir noktaya taşıyacak yeni yazarları keşfetmeyi amaçlarız. Yeni yazarlar kazanmanın yanı sıra bu yarışma ile kadınlarımızın toplumumuz için ne denli önemli olduğunun farkındalığını arttırmak, bilim ve sanat alanındaki başarılarını hatırlamak ve bizim için yaptıkları fedakarlıkları yeniden anmak istedik.

Sanat adına yaptıklarınızla ve yönettiğiniz oyunlar sebebiyle çok ödül alanlardansınız. Hangi düşüncelere, hangi duygu basamaklarına getiriyor sizi, verilen ödüller?

Bugüne kadar birçok ödülle onurlandırıldım. Sevdiğiniz işi yapıp ve karşılığında da bu saygın ödülleri almak tabii ki mutluluk verici… Ödülü alınca duygu olarak büyük bir mutluluk oluyor tabii. Düşünce olarak da ‘Daha fazla sahnede olmalı ve daha fazla üretmeliyim’ diyorsunuz kendi kendinize.

Kimi oyuncu tiyatro için “Beni dik tutan alan” der, kimi bir erkek oyuncu “Tiyatroda rahibe gibiyim” der. Kimi de tiyatronun paradan daha değerli olduğunu söyler. Peki sizin için tiyatro ne ifade eder?

Az önce de söylediğim gibi kısaca aşk diyebiliriz. Onun için çalışmak, çabalamak, koşturmak hiç yormaz sizi. Yorulmayı bir yana bırakın, sürekli daha fazla, daha fazla çalışmak istersiniz. Bir nevi kendinizi adarsınız. İşte bu meslek biraz böyle bir şey.

SAHNEYE ÇIKMADIĞIM ZAMAN, HİÇBİR ŞEY YAPAMAMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM!

Genel müdürlük ile oyunculuğu bir arada götürmenin artıları, eksileri neler?

Eğer genel müdürlük yaptığım süreçte kendi mesleğim olan oyunculuğu yapamasaydım benim için dezavantajlı bir durum olurdu. Çünkü o sahneye çıkmadığım zaman sanki hiçbir şey yapamamış gibi hissediyorum kendimi. Tiyatroda şunu düşünürsünüz, ‘Tiyatro için daha fazla ne yapabilirim?’ olur hep aklınızda. Birçok görevde bulunmamın eksiden çok benim için artısı vardır bu yüzden. Tabi oyunculuk yapmayı bırakmamak şartıyla.

HİÇ OYNAMAMIŞ BİR AMİR, DOĞRU BİR ŞEY YAPMIYOR!

 Hem genel müdür olmak hem oyun yönetmek ve bir yandan da oynamak…

Sadece idari işlere yoğunlaştığınız, idareciliğe kendinizi kaptırdığınız zaman asıl mesleğinizi yapamaz duruma gelirsiniz. Bu kötü bir şey. Benim asıl mesleğim oyunculuk, yönetmenlik, sahne üzerinde olmak. Sonuçta idari görevlerimizden ayrıldığımız zaman yine kendi pozisyonlarımıza gidiyoruz. Hiç oyunculuk yapmamış, oynamamış bir amir bence doğru bir şey yapmıyor.

Üretkenliğinizi de yitirmiş oluyorsunuz.

Aynen öyle… 2019’da hem Troya hem de Moliere’in ‘Cimri’ oyununu birlikte götürdüm.

İDARECİYKEN BİR OYUNDA OYNAMAK SANATÇILARIN GÖZÜNDE SAYGINLIĞINIZI ARTIRIYOR!

Geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Bozkurt Kuruç da, hem genel müdürlük hem de oyunculuk yapmış. Ondan yirmi beş yıl sonra da siz…

Yirmi beş yıl önce ilk defa bir genel müdür sahneye çıkmış, ondan yirmi beş yıl sonra ben çıkmışım. Yani sahnede olmak iyi bir şey. Yönetmek başka bir şey ama sahnede o seyirciyle buluşmak çok kıymetli, çok değerli. Yönetici olarak çalışmanın da ayrı bir keyfi var. Kurumun içinden geliyor olmak, kurumu, sanatçıları biliyor olmak, kurumdaki sanatçı ve yönetici açısından avantaj. İdareciyken bir oyunda oynamak sanatçıların gözünde saygınlığınızı artırıyor.

Kaynak: Hürriyet

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Haberler