Son beş yılda hızlanan kentsel dönüşüm ve iklim uyum projeleri, Türkiye’de mimari pratikleri yeniden tanımlıyor. Uzmanlar; deprem güvenliği, iklime duyarlı tasarım ve kamusal alan kalitesinin çıtasını yükselten uygulamaların, Avrupa ve Asya’daki örneklerle benzerlik ve ayrışma alanlarına işaret ettiğini söylüyor.
Türkiye’de mimarlık gündemi, son yıllarda üç eksende yoğunlaşıyor: sismik dayanım, iklimle uyum ve kent yaşamının çekirdeği olan kamusal alanın niteliği. Bu eksenler, hem yeni yapı üretimini hem de var olan stokun yenilenmesini yönlendiriyor. Şehir plancıları, “Türkiye’nin coğrafi, kültürel ve ekonomik çeşitliliği, tek tip çözüm yerine bağlama duyarlı yaklaşımları zorunlu kılıyor” değerlendirmesini paylaşıyor. Dünyadaki örneklerle kıyaslandığında, yerel pratikler hız ve esneklik avantajına sahip; ancak uzun ömür, karbon ayak izi ve kamusal katılım süreçlerinde hâlâ alınacak mesafe olduğu vurgulanıyor.
Malzeme ve taşıyıcı sistem tercihleri: Betonarme ağırlığına karşı yükselen hibrit arayışlar
Cumhuriyet dönemi sonrası yaygınlaşan betonarme, Türkiye’de konut ve orta ölçekli kamusal yapılarda hâlâ ana akım. Çelik ve ahşap (özellikle çapraz lamine masif ahşap) çözümler, son yıllarda belirgin bir yükseliş gösterse de pazar payı Avrupa’nın bazı ülkelerindeki kadar yüksek değil. Avrupa’da ahşap gökdelenler ve hibrit sistemli kamu yapıları, karbon depolama ve hızlı montaj kabiliyeti nedeniyle dikkat çekerken; Türkiye’de bu alan, tedarik zinciri ve mevzuat adaptasyonu gibi başlıklarda kademeli ilerliyor. Asya metropollerinde görülen ileri kompozit sistemler ve sönümleyicili yüksek katlı yapılar, Türkiye’de özellikle sağlık ve altyapı projelerinde izole temeller ve sismik cihazlarla karşılığını buluyor.
Deprem güvenliği: Performans esaslı tasarım yaygınlaşıyor
1990’lardan bu yana deprem yönetmeliklerinin evrimi, yeni projelerde performans esaslı hesap ve detayın standarda yaklaşmasını sağladı. Hastaneler, veri merkezleri ve kritik altyapılarda taban izolasyonu ve gelişmiş enerji sönümleyici cihazlar, uluslararası örneklerle paralel ilerliyor. Japonya ve Şili’deki disiplinin ölçek ekonomisiyle birleştiği projeler, bakım ve izleme kültürünün önemini gösterirken; yerel uzmanlar Türkiye’de de izleme sensörlerinin ve düzenli performans denetiminin yaygınlaşmasının “yapıldı-bitti” anlayışını “yaşam döngüsü yönetimi”ne çevirdiğini belirtiyor. Özetle, hesap doğru kadar bakım da belirleyici.
Kentsel dönüşüm ve Avrupa’daki “yenile–yerinde–yaşa” yaklaşımı
Türkiye’de kentsel dönüşüm, ağırlıkla deprem riskine odaklı bir güvenlik programı olarak okunuyor. Bu çerçevede ada/parsel bazlı yenileme, yoğunluk ve sosyal donatı dengesini tartışmaya açıyor. Avrupa’da ise enerji verimliliği odaklı “derin yenileme” (derin retrofit) ve yerinde iyileştirme, mahalle ölçeğinde dönüşümle birleşiyor: cephe iyileştirmeleri, ısıtma–soğutma sistemlerinin yenilenmesi ve kamusal alan dokunuşları aynı pakette ele alınıyor. Türkiye’de belediyelerin son dönemde oyun alanı, gölgelik, su geçirgen yüzey ve mikro iklim konforunu birlikte düşünmesi, bu yaklaşımın yerel versiyonuna işaret ediyor. Fiyat erişilebilirliği ve kiracı–malik denklemi, her iki bağlamda da projelerin sosyal sürdürülebilirliğini belirleyen ana unsur.
Kamusal yapı tipolojileri: Müze, kütüphane ve çok amaçlı merkezler
Müze, kütüphane ve kültür merkezleri, Türkiye’de tasarım kalitesinin görünür vitrinleri. Son on yılda açılan pek çok kamusal yapı, topografya ve peyzajla kurduğu bağ, geçirgen zemin katlar ve çok işlevli fuayelerle öne çıkıyor. Avrupa’da adaptif yeniden kullanım (örneğin endüstri yapılarının kültür tesisine dönüşmesi) güçlü bir damar; Türkiye’de de depoların, tarihi imalathanelerin veya gar binalarının kamusal işlevlere kazandırıldığı örnekler artıyor. Fark, süreç yönetiminde belirginleşiyor: Avrupa’da uzun istişare ve koruma kurullarıyla geçen zaman; Türkiye’de hızlı uygulama ve yoğun kullanıcı talebine cevap verme baskısı.
Kent formu ve hareketlilik: 15 dakikalık şehir arayışı
Kompakt yerleşim ve karma kullanımlı parseller, Türkiye’nin Akdeniz ikliminde yaya dolaşımını teşvik eden bir potansiyel taşıyor. Ancak büyük arterlerin baskınlığı, yaya–bisiklet ağlarının sürekliliğini yer yer zayıflatıyor. Avrupa kentlerindeki 15 dakikalık şehir uygulamaları, gündelik ihtiyaçlara yürüme mesafesinde erişimi artırırken, Türkiye’de yeni planlarda “okul–pazar–park–sağlık” dörtlüsünün mahalle içi dağılımı önem kazanıyor. Asya’nın bazı metropollerinde görülen çok katmanlı yaya köprüleri ve üst kot kamusal yürüyüş hatları, yoğun parsellerde yer tasarrufu sağlıyor; benzer çözümler yerel bağlamda iklim konforu ve bakımla sınanıyor.
İklimle uyum ve enerji verimliliği: Güneş, gölge, rüzgâr üçlüsü
Türkiye’nin güneşlenme potansiyeli, bina kabuklarında pasif gölgeleme, çift cidarlı cephe ve doğal havalandırma stratejileriyle birleştiğinde güçlü sonuçlar veriyor. Avrupa’da bina enerji performansı direktifleri ısı yalıtımı ve hava sızdırmazlığını sıkılaştırırken, Güney Avrupa örnekleri gölgelik ve çapraz havalandırma çözümlerine ağırlık veriyor. Türkiye’de yeni ofis ve eğitim yapılarında fotovoltaik entegrasyonu, yağmur suyu geri kazanımı ve ısı pompası sistemleri daha görünür. Farklı iklim bölgeleri için tipolojiye göre “katalog çözümler”in geliştirilmesi, tasarımın ilk metrelerinden enerji hedefini belirginleştiriyor.
Tarihî doku ve çağdaş ek: İnce ayarın önemi
Koruma–kullanma dengesi, Türkiye’de en çok tartışılan başlıklardan biri. Tarihî sokak dokusunda yeni yapıların yükseklik, silüet ve malzeme diliyle kurduğu ilişki, Avrupa’daki “çağdaş ek” örnekleriyle kıyaslandığında daha değişken bir tablo sunuyor. Başarılı projelerde, taş–tuğla–ahşap gibi yerel malzeme referansları çağdaş detayla buluşuyor; zemin katlarda geçirgenlik artıyor; avlu ve iç sokaklar kamusal dolaşıma katkı veriyor. Zayıf örneklerde ise cephe pastişi ve ölçek dışı kütleler tartışma yaratıyor. Ortak payda, çevreyle ilişkide “gösterişten çok süreklilik” ilkesinin değer kazanması.
Bölgesel kimlikler: Ege’de rüzgâr, Akdeniz’de gölge, Karadeniz’de su
Bölgesel mimari karakter, iklimle kurulan ilişkinin okunabildiği en açık katman. Ege’de rüzgârı yakalayan iç avlular, gölgelikli saçak ve pergolalar; Akdeniz’de taş duvar ve derin nişler; Karadeniz’de yağışa karşı yuvarlatılmış detay ve yükseltilmiş döşemeler öne çıkıyor. Bu yerel repertuar, çağdaş projelerde yalın bir dille yeniden yorumlanıyor. Ege kıyılarında iklime duyarlı konut ve kamusal proje deneyimi, genç ekiplerin görünürlüğünü artırırken, bölgedeki pratikler çoğu zaman “yerinde tasarım–yerel üretim” ilkeleriyle anılıyor. Kent ölçeğinde ise İzmir’de nefes koridorları, saçaklı yaya aksları ve geçirgen zeminler üzerine yapılan çalışmalar dikkat çekiyor; bu tartışmalar kentteki tasarım topluluğu ve deneyim paylaşım etkinliklerinde sıkça gündeme geliyor. Bölgedeki deneyimi merak edenler için “İzmir mimar” arayışlarının son dönemde çeşitlenmesi de bu ilginin bir yansıması.
Mesleki üretim biçimleri: Yarışmalar ve ortak akıl
Türkiye’de kamusal yapıların önemli bir kısmı mimari proje yarışmalarıyla elde edilmeye devam ediyor. Bu model, genç ekiplerin görünürlük kazanmasını sağlarken, jürilerin çok disiplinli yaklaşımı sayesinde peyzaj, erişilebilirlik ve sanat entegrasyonu gibi başlıklar proje programına daha erken giriyor. Avrupa’da yarışma kültürü uzun süredir kurumsallaşmış; Türkiye’de de son yıllarda düzenli yarışma dizileri ve uygulama takip protokolleri olgunlaşıyor. Farklılık, ihale–uygulama sürekliliğinde ve sürecin şeffaf yönetiminde ortaya çıkıyor. İyi örneklerde, tasarım ilkeleri uygulama sürecinde korunuyor ve yaşam döngüsü maliyeti projenin çekirdeğine yazılıyor.
Dijitalleşme ve yapım teknolojileri: BIM’den prefabrikasyona
Bina Bilgi Modellemesi (BIM), Türkiye’de orta ve büyük ölçekli projelerde standart hâline geliyor. Avrupa’daki kamu işlerinde zorunluluk seviyesine yaklaşan açık format ve veri yönetimi kültürü, yerelde de tedarik zincirine yayıldıkça kalite güvence süreçleri hızlanıyor. Prefabrik elemanlar ve modüler yapım, konut ve eğitim projelerinde şantiye süresini kısaltıp hata payını azaltıyor. Asya’daki yüksek hassasiyetli endüstriyel üretim pratikleri (DfMA) ile kıyaslandığında, Türkiye’de maliyet–hız dengesine duyarlı, esnek ve bağlama uyarlanabilir çözümler daha baskın.
Konut tipolojileri ve yaşam tarzları: Esneklik talebi yükseliyor
Pandemi sonrası esnek plan, çalışmaya uygun nişler ve dış mekânla kurulan güçlü ilişki konutta belirleyici hâle geldi. Türkiye’de balkon ve teras kültürü, Avrupa’daki loggia–kış bahçesi çözümleriyle benzer bir “ara mekân” ihtiyacına yanıt veriyor. Akdeniz kentlerinde gölgelikli balkonlar mikroiklim yaratıp iç mekân ısısını düşürürken, kuzey ülkelerinde yüksek yalıtım ve hava sızdırmazlık önceleniyor. Yerelde konut projelerinde ortak mutfak atölyeleri, çok amaçlı hobi odaları ve paylaşımlı çalışma alanları görülmeye başlandı; bu yaklaşım, komşuluk kültürüyle birleştiğinde sosyal sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor.
Sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik: Ölçerek yönetmek
Karbonsuzlaşma hedefleri, malzeme seçiminden detay çözümlerine kadar tasarımın her aşamasına nüfuz ediyor. Yaşam döngüsü değerlendirmesi (LCA), Avrupa’da kamu projelerinde giderek standartlaşırken; Türkiye’de gönüllü sertifikasyon ve kurum içi hedeflerle yaygınlaşıyor. Yağmur suyu yönetimi, ısı adası etkisini azaltan açık renkli yüzeyler, suyu tutan peyzaj ve geçirgen döşemeler, kamusal alan kalitesini artırıyor. Kıyı şehirlerinde rüzgârı kanalize eden kentsel boşluklar ve gölgelik ağları, yaz konforunu iyileştiriyor; iç bölgelerde ise ısı dalgalarına karşı ağaçlandırma ve su odakları yaygınlaşıyor.
Kültürel anlatı ve mimarlığın dili: Yerelle evrensel arasında köprü
Türkiye’de mimari anlatı, yerel malzeme ve zanaatla çağdaş detayın diyaloğu üzerinden güçleniyor. Taş işçiliğinin modern strüktürle birleştiği cepheler, tuğlanın yerel tonlarıyla örülen geçirgen duvarlar, ahşabın gölgeleme ve sıcaklık sağlayan elemanlara dönüşmesi; hem yerellik hem de evrensel tasarım ilkeleriyle uyumlu bir dil kuruyor. Avrupa’da uzun süredir görülen “az malzeme–yüksek detay” yaklaşımı, yerelde de yalın ama rafine çözümler olarak karşılık buluyor. Kamusal sanat ve tasarımın birlikteliği, meydan ve sahil bandı projelerinde kent kimliğini görünür kılıyor.
Önümüzdeki on yıl: Dayanıklı, kapsayıcı ve düşük karbonlu bir mimarlık
Uzmanlar, Türkiye’nin önümüzdeki on yılda üç kritik eşiğe odaklanacağını öngörüyor: (1) Deprem öncelikli dönüşümde, mühendislik kalitesi kadar sosyal adalet ve yerinde yaşam ilkesinin korunması; (2) İklime uyumlu tasarımın mevzuat ve teşviklerle ana akım hâle gelmesi; (3) Katılımcı süreçlerin güçlendirilmesi ve “mahallenin aklı”nın tasarımın erken safhalarına dahil edilmesi. Malzeme cephesinde düşük karbonlu beton, yerli masif ahşap ekosistemi ve yeniden kullanım pazarının gelişmesi bekleniyor. Suya duyarlı kentsel tasarım, gölgelik ağları ve mikroiklim odaklı kamusal alanlar, Akdeniz kuşağında konforu artıran ana araçlar olacak.
Ortak zeminde buluşan hedefler
Türkiye’nin mimari üretimi, dünya örnekleriyle kıyaslandığında güçlü bir bağlam okumasına ve pragmatik çözüm üretme kabiliyetine sahip. Avrupa’nın uzun soluklu süreç ve yaşam döngüsü odaklı kültürü ile Asya’nın teknolojik hassasiyeti, yerelde hız ve esneklikle harmanlandığında ortaya umut verici bir tablo çıkıyor. Bu tablonun kalıcılaşması; şeffaf süreç yönetimi, veriyle desteklenen kararlar ve kamusal alan kalitesini önceleyen bütüncül yaklaşımlarla mümkün. Ege’den Karadeniz’e, İç Anadolu’dan Güneydoğu’ya uzanan geniş coğrafyada, yerel iklim–malzeme–kültür üçlüsü üzerinden üretilen her iyi örnek, Türkiye’nin mimarlık sahnesini zenginleştiriyor. Kent ölçeğinde deneyim paylaşımı arttıkça, bölgesel bilgi ağları güçlendikçe ve tasarımın gündelik hayatla bağı derinleştikçe, hem yurtiçinde hem yurtdışında daha çok karşılaştırmalı başarı hikâyesi duymak mümkün olacak. Bu süreçte, Ege’de yetişen genç tasarımcıların ve mimar çevresinde oluşan üretim kültürünün de bu hikâyenin görünür parçalarından biri olacağı şimdiden konuşuluyor.

