Ana SayfaÜnlülerBirce Akalay Hayatının Dönüm Noktasını Açıkladı

İlgili Postlar

Birce Akalay Hayatının Dönüm Noktasını Açıkladı

Geçtiğimiz gün samimi bir röportaj veren Birce Akalay hayatının dönüm noktasını açıkladı. İşte ünlü oyuncunun o röportajı;

 Geçtiğimiz haziran ayında 38 yaşına girdiniz. Farz edin ki 38 yıllık hayatınız 8 bölümlük bir dizi ve her bölümün birer bölüm başlığı, yani dönüm noktaları var. Bu dönüm noktaları neler oldurdu?

– 38 yılımı özetlemeye çalışabilirim elbette, ancak sekiz bölüme ayırabilir miyim bilmiyorum! Dizi hikâyesi olabilecek bir yaşantım olduğunu söyleyemem.

Ama hayatım bir dizi olsaydı, ilk sahneyi mutlaka yeni doğmuş bir kız çocuğundan açardım. Sonra ekranı ikiye böler, diğer tarafa da bir erkek bebek koyar ve altına “Birinci gün, 1-0” yazardım. Çünkü maalesef bu coğrafyada hayata kız çocuk olarak gelmişseniz, eksi 1 olarak başlıyorsunuz hayata.

Bunun dışında, demokrasiye inanan, özgürlükçü bir anne-baba vesilesiyle dünyaya gelmişim. Çocukluk yıllarım okul ve baleden fırsat buldukça bisiklet tepesinde, top peşinde ve sokaklarda geçti. İlk ergenlik yıllarım da buna dahil.

Her insan gibi benim de ilk dönüşümüm ilk aşkımla oldu. O dönemki hislerimi çok net hatırlamamakla beraber, aşk hissinin tüm kimyamı ele geçirdiğini ve ilk öpücükten sonra sokakta dünyanın en mutlu kız çocuğu olarak yürüdüğümü, kalbimin ise yerinden çıkmak üzere tüm hızıyla çarptığını hatırlıyorum.

 İkinci dönüm noktası?

– İkinci dönüm noktası; sakatlanışım ve bale hayatımın bitmesi. Tüm dünyam kararmıştı ve “Bir daha asla hayal kurmayacağım” demiştim kendime. Çünkü hayatta en çok istediğim şey bir “prima donna”, yani baş balerin olabilmekti. Bir de bale okulum olmasını çok istiyordum. Hatta aile dostlarımız “Ne olacaksın?” diye sorduklarında ailece hep bir ağızdan aynı yanıtı veriyorduk.

Demişler ya, “Her şerde bir hayır var”. Sakatlanmamla birlikte rotamı şanssız bir özel okul denemesinden sonra hızlıca güzel sanatlar lisesine çevirdim. En azından lisede tiyatro okursam çok sevdiğim sahneden ayrı kalmam diye düşündüm.

 Baleyle ilgili yapılan son dönem dizilere hiç denk geldiniz mi? Gerçekten balenin dünyası bu kadar karanlık ve hırs dolu mu?

– Kişisine göre değişir ama ben şahit olmadım. Biz hep sevgiyle büyütülmüş çocuklardık. Yarışımız kendimizleydi. Karanlık ve kötücül hırslarla bezenmemiştik. Bale bir spor değil, bir sanat. Dolayısıyla oyunculukta olduğu gibi iyi insan olmak elzem. Ayrıca hırsın da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Elbette fazlası zarar, her şey gibi. Yarışınız başkalarıyla değil, kendinizle ise hırs bir üst aşamaya götürmekte faydalıdır. İnsanı disiplinli tutar.

 O zaman 38 yılın diğer dönem noktalarıyla devam edelim…

– Başka bir dönüm noktam ve aynı zamanda hayal kırıklığım, profesyonel çalışma hayatımdaki ilk dizimde fena halde başarısız olmam! Hoş, işin kendisi de başarısız olmuştu ama payıma düşeni gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bir-iki başarısız başrol denemesinden sonra dizilerden bir süre elimi eteğimi çekip okuluma devam ettim. Hep derim, eğer o işler tutsaydı ve hızlıca bir yerlere gelseydim, belki o yaşta hazmetme sorunu yaşayabilirdim. Böylece insanın kendini geliştirme yolculuğunun ölene dek süreceğini de çok daha geç öğrenebilirdim.

Diğer dönüm noktam ise televizyona geri döndüğüm “Yer Gök Aşk” dizisi. Kendimi artık hazır hissediyordum ve işin kendisi de o kadar sürükleyiciydi ki, içinde olmayı çok arzuluyordum. Nermin Eroğlu ile ilk görüşmemizde beni aslında diğer kız kardeş rolü için düşündüklerini söylemişti.

Ancak ben Havva rolüne o kadar âşık olmuştum ki, iki role de “audition” vermek istediğimi söyledim ve Havva’yı öyle aldım. Kariyerimde Havva olmasaydı büyük bir boşluk olurdu. Son dönüm noktam da “Kuş Uçuşu” ve “Mezarlık”. Dijital platformdaki ilk işlerim.

Kariyerimde benim onları beslediğim kadar onların da beni beslediğini bilmek ve bir başka aşamaya geçirdiklerini hissetmekten mutluluk duyuyorum.

◊ Ses getiren popüler yapımlardan sonra bir ara Haliç Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmışsınız. O nasıl bir deneyimdi?

– Konservatuvar döneminden çok sevdiğim hocam Meral Tokgöz’ün bir gün “Hadi sonsuza dek seni bekleyemem, yapıyorsun bu işi!” demesiyle, biraz ani bir şekilde kendimi yeniden okulda buldum. 2 yıl boyunca iyi-kötü çok şey öğrendim. Öğrencilerimle 10 numara 5 yıldız bir iletişimimiz vardı. Ama şartlar öyle gelişmedi. Zaten başka neden yaparsın ki böyle bir şeyi?

◊ Birbirinden farklı ama her ikisi de güçlü kadın karakter başrolüyle şu an en çok konuşulan oyunculardan birisiniz. Lale ve Önem karakterleri ne ifade ediyor sizin için?

– İkisi de çok fazla benden notalar barındırıyor. Bazen mesleki, bazen karakteristik özellik olarak bana o kadar çok benzeyen yanları var ki… Bunu gururla söyleyebiliyorum, güçlü ve dayanıklı bir kadınım. Her şeyden önce ailem tarafından böyle yetiştirildim.

Bu nedenle kendimden çok fazla şey katabildiğim bu roller benim için çok özel oldu. Güçlü ve direnişte kalabilmek için gösterdikleri çaba, yollarına çıkan engelleri aşma yöntemleri ve iyi insan oluşları beni çok etkiledi. Onların yerinde olsam, ben de hep aynısını yapardım. Dolayısıyla bu iki kadın karakterle gurur duyuyorum.

◊ “Kuş Uçuşu” dizisindeki karakterin dünyasını aslında 20’li yaşlarınızın başında bir kanalda spor spikerliği yaparken deneyimlemişsiniz. Neler hatırlıyorsunuz o
dönemden?

– Televizyonda çalıştığım birim spor servisiydi. Dolayısıyla aşağı yukarı 20 erkekle beraber çalışıyordum. Rekabeti sevmem, inanmam ama o birimde rekabet edebileceğim kimse de yoktu zaten. Çaylak olarak işe başlayıp her şeyi mutfağında hevesle öğrenen biriydim. Profesyonel iş dünyasında hırs ve ön plana çıkma yarışlarına sıkça rastladım. İnsanlardan genelde uzak durduğum için -ki bu hâlâ böyledir- bana pek zararı dokunmadı.

◊ Bulunduğunuz sektörün fazla erkek egemen olduğunu düşünür müsünüz? Bir kadın oyuncu olarak daha fazla kadının çalıştığı yapımlarda olmak ister miydiniz? İleride dizilere yapımcı olarak da girmek gibi planlarınız var mı? 

– Ben dünyanın erkek egemen olduğunu düşünüyorum, kaldı ki sektörümüz… Meseleye sadece kadın-erkek eşitliği üzerinden değil, vicdan ve adalet duygusu üzerinden bakmakta fayda var.

Yapımcılık konusuna gelince… Aslında bir yapım şirketim var. Markamı kurarken onu da kurdum. Hatta ismi “Bad Works”. İlk önce kendi markama içerikler üreteceğim, sonrasına yolda karar vereceğim. Ölmeden önce mutlaka yönetmenlik yapmak istiyorum.

◊ Bir röportajda, “Bir yanım aşırı derecede unutkan, diğer yanım ise bazı anları en ince ayrıntısına kadar hatırlıyor” demişsiniz ya, bu ilgimi çekti. Hafızayla ilgili şöyle bir teori vardır: Herkes aslında olayları kendi penceresinden hatırlar. Bazı anları da bile isteye hatırlamayız. Katılır mısınız? 
– 26 yıllık arkadaşım bana bunca yıldır “Balık” diyor. Bazı kesimlerde ise lakabım “Dori”. Şimdi siz düşünün gerçekten ne derece unutkan olduğumu! Ama unutmamam gereken hiçbir şeyi de unutmam.

GEÇMİŞE GİDERDİM ÇÜNKÜ…

 İki kapı var. Biri geçmiş yıllardan birine, diğeri de gelecek yıllardan birine açılıyor. Hangisini tercih ederdiniz ve neden?

– Ben hep geçmişe gitmeyi arzulayanlardanım. İnsanoğlu her çağda acımasız elbette ama kötülüğün ve acımasızlığın bu kadar yaygın olmadığı eski çağlardan birinde huzurlu bir yerlerde yaşamayı isterdim.

 Anda kalmak ve farkındalık kavramlarıyla aranız nasıl? Özel bir şey yapıyor musunuz? Yoksa akışta mısınız?

– Gençlik yıllarımız elbette çok heyecanlı, hareketli, hayatla birlikte savrularak ve anlamaya çalışarak geçti. Şimdilerde ise acı-tatlı hiçbir anı kaçırmadan, yüksek bir farkındalıkla yaşamaya çalışıyorum. Ama elimden geldiğince…

Böyle yaşamayı çok seviyorum, her koşulda iyi ve pozitif düşünmeye gayret ediyorum. Sarsıldığım zamanlarda ise kendimle kalmayı, uzun uzadıya düşünmeyi, kafamı boşaltmak için uzun saatler müzik dinlemeyi ve kitap okumayı seviyorum.

 Annenizin hediye ettiği Meryem Ana kolyesinin aynısını bulma arayışı sizde mücevher tutkusunu tetiklemiş. Hatta bildiğim kadarıyla gittiğiniz her şehirden Meryem Ana madalyonları toplamaya başlamışsınız. Bu tutku sayesinde bir marka da yarattınız…

– Evet, Meryem Ana benim için özel bir figürdür. Uğuruna ve koruyuculuğuna inanırım. Annemin hediyesini kaybetmem sonrasında da gittiğim her şehir ve ülkeden toplamaya başladım. Bu sembol bana huzur veriyor.

 Kuzey Ege’ye sık sık gidiyorsunuz. Orada en sevdiğiniz yerler neresi? O tarafın en çok sevdiğiniz yanları neler? Mesela doğal oluşu mu? 

– Kuzey Ege benim için bakirliğini hâlâ koruyabildiği için çok özel. Oranın bozulmasını asla ama asla istemiyorum. Çünkü bir tek orada her şeyi unutup yalnız kalabiliyorum. Mahremiyetimi doya doya yaşayabildiğim nadide yerlerden biri. En sevdiğim işletme ise arkadaşım Dilara Karabay ve sevgili kızı canım Dila Demir’in ev sahipliğini yaptığı Simurg Inn. Orası benim ikinci evim, yuvam gibi.

ŞİMDİLERDE AŞKI İNCE ELEYİP SIK DOKUYORUM

 Genelde oyuncular aşka dair sorulara yanıt vermeyi pek tercih etmez. Ama ben farklı açıdan soracağım: Aşka bakış açısının yaş aldıkça ve ilişki deneyimi kazandıkça farklılaştığını düşünürüm. O yüzden ilk evliliğinizden bu yana aşka dair nasıl değişimler oldu fikir pencerenizde? 

– Aşk her yaşta başka güzel. Benim için de -elbette herkese olduğu gibi- yıllar içinde aşka bakış açım, ondan beslenme biçimim değişti. Şimdilerde her şeyi olduğu gibi, aşkı da daha ince eleyip sık dokuyorum. Aşkta beklentisizlik çok önemli. Arkadaşlık ve dostlukta da öyle. İnsanlar her şeyi istedikleri için yapmalı. Olması gerektiği için ya da beklentileri karşılamak için değil! Aksi halde bu durum ilerleyen zamanlarda mutsuzluklara neden oluyor.

Bir de aşk ister istemez insanın kimyasını değiştiriyor. O ruh halindeyken her şeyi yapabilirmişsiniz gibi geliyor. Çoğu insan bu nedenle olmadığı biri gibi davranabiliyor aşk uğruna. Bence her daim olduğun gibi olmakta fayda var. Ne demiş Mevlânâ: “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün.”

 Instagram ve benzeri mecralar insanlara o kadar çok profil seçeneği sunuyor ki, bu yüzden ilişkiler “kaydırmalı” bir hale, yani “bu olmazsa diğeri olur” mantığıyla ilerlemeye başladı. Gözleminiz nedir bu konuda?

– Hızlıca tüketmeye ve hemen yenisini almaya çok ama çok alıştığımız bir tüketim çağındayız. Bir dost sohbetinde “tüketmek” kelimesinin ne kadar korkunç bir kelime olduğunu uzun uzun konuşmuştuk. Ve biz bu ismi bir çağa verdik, çok kötü.

Ayrıca hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, yapay, alternatif sanal dünyalarımız var. Bu durum bana son derece itici geliyor. Haliyle ilişkiler de böyle yaşanıyor.

Ben eşyaları bozulunca tamir eden, hâlâ söküğünü diken bir insanım. Bakış açımı buradan anlayabilirsin diye düşünüyorum.

 Peki bu yazı nasıl geçireceksiniz? Planlı programlı mı yoksa spontane ve kafanıza
göre mi ilerleyecek yaz? 

– Bu yaza “karınca yazı” diyorum ben. Yıllardır her yaz uzun uzun dinlendim, çok şükür. Bu yazı ara ara tatiller yapıp ağırlıklı olarak çalışarak geçireceğim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Haberler